Benign Prostat Hiperplazisi Tedavisinde En İyi Lazer Hangisi?
Yaşla beraber erkeklerde görülme sıklığı artan benign prostat hiperplazisi (BPH) önemli bir sağlık sorunudur. Kırk yaş üstü erkeklerde görülme sıklığı %40 iken yaşla beraber bu oran artmakta ve 80 yaş üstü erkeklerde görülme sıklığı %90 civarına ulaşmaktadır (1). Tedavi edilmediğinde sadece alt üriner sistemin etkilenmesiyle kalmayıp ciddi üst üriner sistem bozukluğu ve sonunda renal yetmezliğe kadar ilerleyen klinik tabloların oluşması, BPH’nın ciddi bir sağlık sorunu olarak ortaya çıkmasında rol oynayan en önemli nedenlerdir. BPH’ya bağlı mortalitenin düşük olmasına rağmen özellikle yaşam kalitesi üzerine olan olumsuz etkilerinden dolayı hastalığın önlenmesi ve korunmasında tedavi alternatifleri arayışları devam etmektedir.
BPH’da tedavi algoritmi konservatif yöntemler, medikal tedaviler ve cerrahi tedaviler olarak sınıflandırılabilir. Uluslararası prostat semptom skorlaması (IPSS) kullanılarak hastalar klinik semptomlarına göre hafif, orta ve şiddetli olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır. Orta ve şiddetli semptomları olan, medikal tedaviye yanıt alınamayan veya medikal tedavinin kontrendike olduğu durumlarda cerrahi tedavi ilk seçenektir.
Avrupa Üroloji Derneği’nin kılavuzlarında 30-80 gr prostat büyüklüğü olanlarda altın standart cerrahi teknik olarak monopolar transuretral prostatektomi (TURP) gösterilmektedir. Prostat büyüklüğü daha fazla olanlarda ise; geçmişte önerilen açık prostatektominin yerini günümüzde HoLEP almıştır (1). Operasyon sırasında kullanılan hipertonik sıvıların dolaşıma geçmesi ile ortaya çıkan TUR sendromu bu prosedürün en sık görülen komplikasyonlarından bir tanesidir (2). Ayrıca operasyon sırasında veya sonrasında kanama, tranfüzyon gereksinimi, enfeksiyon, mesane boynu veya uretra darlığı, inkontinans ve erektil disfonksiyon gelişebilmektedir. Özellikle bu yaş grubununda TUR-P’nin komplikasyonları ciddi sağlık problemlerine neden olabileceğinden minimal invaziv tekniklerin uygulanması gerekliliği doğmaktadır. Ayrıca bu yaş grubunda artan antikoagülan kullanımı ve artmış kardiyovasküler risklerden dolayı antikoagülanların kesilmesi zaman zaman sorun olabilmekte ve bu nedenle kanama riski artmaktadır. Bu parametreler göz önüne alındığında BPH tedavisinde minimal invaziv yöntemlerden lazer enerjili sistemlerin kullanımı önem kazanmış ve farklı lazerlerin geliştirilmesi ve klinik kullanımının onaylanmasıyla beraber son 20 yılda giderek daha fazla popülarite kazanmıştır.
Lazer kelimesi, İngilizce olarak “Light Amplification by the Stimulated Emission of Radiation” teriminin Türkçe kısaltması olarak kullanılmaktadır. İlk olarak 1992 yılında Neodymium: yttrium-aluminium-garnett (Nd: YAG) lazer BPH tedavisinde kullanılmıştır. Dalga boylarına ve doku etkileşimlerine göre klinik kullanımda olan neodymium: yttrium aluminium garnet (Nd: YAG), holmium: yttrium aluminium garnet (Ho):YAG, potassium titanyl phosphate (KTP), thulium (Tm) ve diode lazer ile prostatektomi yapılabilmektedir. Lazer ışığı hedeflenen doku yüzeyinden kısmen yansırken; önemli bir kısmı lazer dalga boyu için kromofob özelliğe sahip doku bileşeni tarafından abzorbe edilir veya heterojen bir dağılım göstererek doku içinde yayılır. Prostat dokusu üzerinde, lazer enerjisinin abzorbsiyonu su ve hemoglobin (Hb)’den etkilenir. Bu yayılma ve abzorbsiyon, lazer ışığının özelliğine bağlı olarak prostat dokusundaki penetrasyon derinliğini belirler. Böylece kullanılan lazer çeşidine göre prostatta koagülasyon, vaporizasyon, rezeksiyon ve enükleasyon işlemleri yapılabilmektedir.
Lazer Prostatektomi Çeşitleri
Nd: YAG lazer prostatektomi
1064 nm’lik dalga boyunda 40-60 Watt gücünde devamlı dalga üretilen lazerdir. Su ve Hb tarafından abzorbsiyonu zayıftır ve bu yüzden doku penetrasyon derinliği daha fazladır. Penetrasyon derinliği 5-10 mm arasındadır. Prostat dokusunda koagülasyon nekrozu meydana getirir. Nekroze olan dokuların dökülmesi ile kavite oluşur ve bu süreç 3 aya kadar devam etmektedir. Doku eksizyonu yapılamadığı için patolojik inceleme yapılamamaktadır. Nd:YAG lazer kullanılarak ultrason eşliğinde transüretral lazer prostatektomi (transurethral ultrasoundguided laser induced prostatectomy (TULIP)), görsel prostat lazer ablasyonu (visuallaserablation of prostate (VLAP)), kontakt lazer prostat ablasyonu (contact laser ablation of prostate (CLAP)), interstisyal lazer koagülasyonu (interstitial laser coagulation (ILC)) teknikleri uygulanmaktadır. Yapılan çalışmalarda IPSS ve maksimum akım hızı (Qmax) üzerinde kısa süreli sonuçların başarılı olduğu gösterilmiştir. Ayrıca operasyon sırasında oluşan kanama miktarı, transfüzyon gereksinimi ve hastanede kalış süresi bakımından bu yöntemler TUR-P ye göre daha iyi bulunmuşlardır. Bu iyi sonuçlara rağmen postoperatif irritatif semptomların uzun sürmesi, retansiyon oranının artması ve buna bağlı uzamış kateterizasyona gerek duyulması, postoperatif üriner enfeksiyon ve reoperasyon riskinin artması günümüzde Nd:YAG yöntemin artık kullanılmaması ile sonuçlanmıştır (3-7).
Ho:YAG lazer prostatektomi
2100 nm’lik dalga boyunda 60-80-100 Watt gücünde pulsatil dalga üretilen lazerdir. Doku penetrasyon derinliği 0,4 mm’dir. Suda çok iyi abzorbe olması, pulsatil modda çalışabilmesi ve doku penetrasyon derinliğinin az olması nedeniyle litotripsi, transüretral prostat insizyonu, üreteropelvik darlık insizyonu ve benzeri operasyonlar içinde kullanılmasını sağlamaktadır. Lazer dalga boyu nedeniyle çok iyi hemostaz sağlamakta ve ayrıca kesme ve vaporizasyon yapmaktadır. Ho:YAG lazer ile vaporizasyon (HoLAP), rezeksiyon (HoLRP) ve enükleasyon (HoLEP) yapılabilmektedir. Vaporizasyon ve rezeksiyon için yapılan çalışmalarda peroperatif ve postoperatif iyi sonuçlar elde edilmesine ve komplikasyon oranlarının düşük olmasına rağmen TUR-P’ye göre operasyon süresinin uzun olması en önemli dezavantajıdır (8,9). Kırk Watt üzerinde prostatektomi yapılabilmesine rağmen enerji gücünün yükselmesi ile operasyon süresi kısalmaktadır. Bu yüzden günümüzde 80-100 watt gücünde cihazlar kullanılmaktadır. Ayrıca HoLRP ve HoLEP ile histopatolojik değerlendirme için doku çıkarılabilmesi avantaj sağlamaktadır. Morselatörlerin kullanılması ile HoLEP tekniği daha yaygın uygulanmaya başlamıştır. HoLEP ile apeksten başlayarak adenom mesane boynuna kadar retrograd olarak çıkarılır ve mesane içerisine alınır. Bir anlamda, açık prostatektomi endoskopik olarak taklit edilir. Bu yöntemle beraber operasyon süresi ciddi oranda kısalmaktadır. Bu sayede sadece küçük ve orta hacimli değil daha büyük prostatlarda da kullanılabilmektedir. Yapılan bir çalışmada HoLEP, TUR-P ve açık prostatektominin doku çıkarma hızına bakılmış ve HOLEP’in TUR-P’den daha hızlı, açık prostatektomi ile ise benzer olduğu bulunmuştur (10). Öğrenme eğrisi yaklaşık olarak 50 vakadır. Başka bir çalışmada HoLEP’te ilk 50 vakada operasyon süresi daha uzun ve çıkarılan doku miktarı daha az bulunmuş ve 50 vakadan sonra operasyon süresinin kısaldığı ve çıkarılan doku miktarının arttığı saptanmıştır (11). Hemostaz açısından iyi olması nedeniyle kanama neredeyse görülmemektedir ve antikoagülan kullanan hastalarda antikoagülan tedavi kesilmeden yapılabilmektedir (12). HoLEP ve TUR-P sonuçlarının karşılaştırıldığı bir meta-analizde, ürodinamik olarak obstrüksiyon bulgularında iyileşmenin 50 gramdan büyük prostatlarda HoLEP tekniği ile daha iyi olduğu bildirilmiştir (13). Kırk beş randomize kontrollü çalışma (RKÇ)’nın dahil edildiği bir analizde TUR-P ve HoLEP’in başarı oranları birbirine benzer bulunmuş fakat kan transfüzyonu oranı HoLEP grubunda TUR-P grubuna göre belirgin şekilde daha düşük olarak saptanmıştır (14). Yüz gramdan yüksek hacimli prostatlarda HoLEP ve açık prostatektominin karşılaştırıldığı ve takip süresi 5 yıl olan bir çalışmada ise her iki grupta elde edilen iyileşme oranının benzer olduğu saptanmıştır. HoLEP grubunda daha az kan kaybı ve daha kısa hastanede kalış süresi saptanmıştır. Retrograd ejakulasyon ve erektil disfonksiyon açısından ise benzer oranlar rapor edilmiştir (15). HoLEP uygulanan ve takip süresi 6 yıl olan bir çalışmada iyileşme sonuçlarının 6 yıl sonunda dahi iyi olduğu ve üriner parametrelerdeki başarının %92 olduğunu belirtilmiştir (16). HoLEP ve TUR-P’nin karşılaştırıldığı başka bir çalışmada 3 yıllık dönemde her iki yöntemin benzer iyileşme oranlarına sahip olduğu, HoLEP grubunda rezidüel idrar miktarında azalmanın daha belirgin olduğu, uretral darlık görülmesi ve reoperasyon gereksinimi açısından her iki grubun da benzer olduğu bildirilmiştir (17). Prostat hacmi 175 gr üzerinde olan hastaların yer aldığı bir çalışmada 57 hastaya HoLEP uygulanmıştır. Bu hastaların hepsinde iyileşme izlenmiş olup 6. ay sonunda yapılan değerlendirmede hiçbir hastada inkontinans görülmemiş ve rekateterizasyona ihtiyaç duyulmamıştır (18). HoLEP ve TUR-P’nin karşılaştırıldığı güncel bir metaanalizde HoLEP ile TUR-P’nin Qmax ve IPSS ile değerlendirilerek yapılan takiplerinde ilk yıl içerisinde iyileşme oranlarının benzer olduğu fakat bir yıldan sonra HoLEP’in TUR-P’den üstün olduğu saptanmıştır. Yine aynı metaanalizde kanama, transfüzyon ihtiyacı, kateterizasyon süresi ve hastanede kalış süresi bakımından HoLEP daha üstün bulunmuş ve operasyon süresi ve dizüri açısından TUR-P daha üstün bulunmuştur (19). İkinci metaanalizde, HoLEP tekniğinin uzun vadede başarılı olduğu ve 2. yıl sonunda hastaların sadece %4,3’ünde yeniden ameliyata gereksinim duyulduğu belirtilmiştir (20,21). Üç binin üzeride hasta sayısının olduğu ve 11 yıllık takip süresi (ortalama 3 yıl) gibi uzun dönem sonuçların olduğu bir çalışmada HoLEP uygulanan hastalarda iyi sonuçlar elde edilmiş olup 4 hastada mesane boynu darlığı, 11 hastada uretra darlığı, 11 hastada inkontinans, 107 hastada postoperatif enfeksiyon ve 11 hastada reoperasyon ihtiyacı olduğu saptanmıştır (22).
KTP Lazer Prostatektomi
532 nm’lik dalga boyunda 60-80-120-180 Watt gücünde pulsatil dalga üreten lazerdir. Nd:YAG lazerin potasyum titanilfosfat kristali ile etkileşmesi sonucu enerjisi iki kat artıp dalga boyunun yarıya inmesine neden olur. Bu dalga boyunda yeşil renge dönüşür. Prostat dokusunda vaporizasyon meydana getirir ve bu işleme fotoselektif prostat vaporizasyonu (PVP) denilmektedir. Tamamen Hb tarafından abzorbe olur. Doku penetrasyon derinliği 1 mm’dir. Öğrenme eğrisi tam olarak belirlenmemiş olsa da; 15-20 vaka civarında olduğu ifade edilmektedir (23). 60 Watt ile PVP ile TUR-P arasında operasyon süresi KTP lazerde daha uzun olmasına rağmen enerji gücü yükseltilerek operasyon süresi kısaltılmaktadır. 120 Watt PVP (High Performance System (HPS)) ile 80 Watt sistemin karşılaştırıldığı hayvan deneyi modelinde HPS’nin aynı zamanda %50 oranında daha fazla doku vaporizasyonu yaptığı gösterilmiştir (24). 180 Watt PVP (Xcelerated Performance System (XPS)) ile HPS’in karşılaştırıldığı hayvan modelinde XPS’nin HPS’ye göre %77 oranında daha hızlı ve %76 oranında daha fazla dokuyu vaporize ettiği gösterilmiştir (25). Hemostazın çok iyi olması nedeniyle çalışmalarda kanama ve transfüzyon gereksinimi açısından yüksek riskli hasta grubunda KTP lazer kullanımının daha güvenli olduğu bulunmuştur. Ayrıca antikoagülan kullananlarda tedavi kesilmeden KTP lazerin güvenle kullanılabileceği gösterilmiştir (26-29). PVP ile TUR-P karşılaştırıldığında hastanede kalış süresi ve kateterizasyon süresi açısından PVP daha üstün bulunmaktadır. Ancak dizüri ve rekateterizasyon oranı daha fazla görülmektedir. TURP ve PVP’nin karşılaştırıldığı RKÇ sonucunda 36 aylık takip süresi bitiminde fonksiyonel sonuçlar benzer bulunmuştur. Aynı çalışmada, KTP lazer grubunda elde edilen intraoperatif ve erken postoperatif sonuçların TURP grubuna göre daha iyi olduğu belirtilmiştir. Buna karşın, TURP grubunda dizüri ve sıkışma şikayetlerinin daha az görüldüğü rapor edilmiştir (30). PVP uygulanan 70 hastanın 4 yıllık takip sonuçlarının değerlendirdiği bir çalışmada, idrar yapmadaki iyileşmenin ilk haftalarda başlayıp bir yıl süresince devam ettiği bildirilmiştir. Bu çalışmanın sonuçlarına göre irritatif semptomlar %8,6 oranında görülürken, yeniden operasyon ilk 12 ayda hiçbir hastada gerekmemiştir. Kısa kateterizasyon süresi ve daha az kan kaybı ile KTP lazer avantajlı bir yöntem olarak gözükmekte ise de; dizüri (%8-20) ve rekateterizasyon (%1-15) gibi önemli komplikasyonları bulunmaktadır (31). Prostat büyüklüğü 70 gr ve 100 gr üzerinde olan iki çalışmada hastalara PVP yapılmış ve iyileşmenin iyi olduğu, major komplikasyon izlenmediği ve hiçbir hastaya tranfüzyon gereksinimi olmadığı rapor edilmiştir (32,33). Bu iki çalışmada da; büyük hacimli prostatlarda PVP’nin güvenli ve etkili bir yöntem olduğu ve açık prostatektomiye alternatif olabileceği belirtilmektedir. Takip süresi 5 yıl olan iki çalışmada uzun dönemde reoperayon oranı %8,9 ve %50.1 olarak bildirilmiştir. Hasta sayısı 500 olan başka bir çalışmada ise; bu oran yaklaşık %15 olarak bildirilmiştir (34). TUR-P ve PVP’nin karşılaştırıldığı güncel bir meta analizde PVP ve TUR-P’nin iyileşme oranlarının benzer olduğu, PVP’nin TUR-P ye göre kanama, transfüzyon ihtiyacı, kateterizasyon süresi ve hastanede kalma süresi bakımından üstün olduğu fakat operasyon süresi ve reoperasyon ihtiyacı açısından TUR-P’nin PVP’den üstün olduğu saptanmıştır (35). TUR-P ve PVP’nin karşılaştırıldığı başka bir güncel metaanalizde de 70 gramdan düşük hacimli prostatlarda benzer sonuçlar saptanmıştır (36). Yüksek enerjili sistemlerle operasyon süresinin kısalması ve çok iyi hemostaz sağlamasına rağmen en önemli dezavantajı histopatolojik doku elde edilememesidir. Bu yüzden hastalar prostat kanseri açısından detaylı değerlendirilmeli ve riskler anlatılmalıdır. Thulium lazer prostatektomi 2014 nm’lik dalga boyunda 80-120-200 Watt gücünde sürekli dalga üreten lazerdir. Suda çok iyi absorbe olur. Doku penetrasyon derinliği 0,25 mm’dir. Ho:YAG lazer ile benzer özelliklere sahip olmasına rağmen sürekli dalga üretimi sayesinde daha hızlı ve düzgün kesme işlemi sağlamaktadır. Hemostaz sağlama özelliği Ho:YAG gibi çok iyidir. Tm lazer ile vaporizasyon, rezeksiyon ve enükleasyon yapılabilmektedir. Uretra darlığı, mesane boynu insizyonu ve mesane kanseri operasyonlarında da kullanılabilmektedir. Tm lazer vaporezeksiyonunda (ThuVaRP) TUR-P’ye benzer şekilde rezeksiyon yapılırken aynı anda vaporizasyon da; yapılmaktadır. Tm lazer vapoenükleasyonu (ThuLEP) HoLEP’e benzer şekildedir; fakat vaporizasyon kapasitesi daha fazladır. TUR-P ile karşılaştırıldığında Tm lazerin operasyon süresi ve başarı oranı benzer olmakla beraber kanama miktarı, kateterizasyon süresi, hastanede kalış süresi Tm lazerde daha üstün olarak bulunmuştur (37). ThuLEP ve HoLEP’in karşılaştırıldığı bir çalışmada 18 ay sonunda iyileşme ve kateterizasyon sürelerinin benzer olduğu, kanama miktarı bakımından ThuLEP üstün olmasına rağmen operasyon süresinin HoLEP grubunda daha kısa olduğu belirtilmiştir (38). ThuLEP ile yüksek hacimli prostatlarda HoLEP’te olduğu gibi iyi sonuçlar elde edilmiştir (39). Antikoagülan kullanan hastalarda tedavi kesilmeden kullanılabilmektedir (40). En önemli komplikasyonu hastalarda kısa dönemde görülen dizüridir. Dizüri oranı yaklaşık %27 olarak saptanmıştır (41). Öğrenme eğrisi tam olarak bilinmese de; bir çalışmada 8-16 vaka olarak gösterilmiştir (42).
Diode lazer prostatektomi
980-1470 dalga boyunda 120-200 Watt gücünde sürekli dalga üreten lazerdir. Su ve Hb her ikisinde de absorbe olur. Bu yüzden etkin hemostaz sağlama ve yüksek doku ablasyonu özelliği vardır. Diğer önemli bir özelliği elektrik enerjisini diğer lazerlere oranla daha verimli kullanmasıdır. Diode lazerde kullanılan enerjinin %25-35’i lazer gücüne çevrilebiliyorken diğer lazer sistemlerinde bu oran %10 civarındadır. Ayrıca daha küçük ve tanınabilir bir cihaza sahiptir. Diode lazer ile vaporizasyon ve enükleasyon yapılabilmektedir. Kısa süreli sonuçlarında IPSS ve Qmax üzerine etkilerinin olumlu olduğu ve antikoagülan kullanan hastalarda dahi iyi hemostaz sağladığı gösterilmiştir (43). Diode lazer ile HPS PVP’nin karşılaştırıldığı bir çalışmada her iki yöntemin de; benzer iyileşme gösterdiği, diode lazerin hemostaz açısından daha üstün olduğu fakat inkontinans oranı ve dizüri’nin daha fazla gözlendiği bildirilmiştir (44). Seksen gramdan daha büyük prostatlarda TUR-P ile “diode lazer + bipolar TUR” kombinasyonunun karşılaştırmasında postoperatif iyileşme oranları benzer bulunmuş olup, TUR-P’de operasyon süresinin da kısa olduğu, kanama ve kateterizesyon süresinin “diode lazer+bipolar TUR” kombinasyonunda daha iyi olduğu bildirilmiştir (45). Diode lazerin uzun dönem sonuçlarının olmaması ve TUR-P ile karşılaştırmalı sonuçlarının olmaması en büyük dezavantajıdır. Lazer prostatektomi yöntemleri ile yapılan çalışmalarda erektil disfonksiyon ve retrograd ejakulasyon açısından TUR-P’ye göre üstün veya eşit bulunmuştur. Maliyet açısından hastanede yatış, perioperatif malzeme ve komplikasyonların tedavileri de; eklendiğinde lazer prostatektomi operasyonları daha maliyetli olmaktadır. HoLEP’in TUR-P ve açık prostatektomi’ye göre maliyet açısından daha uygun olduğunu gösteren çalışmalar da; bulunmaktadır.
Lazer enerjili prostatektomi operasyonlarının kullanımının artmasına rağmen 30-80 gr büyüklüğündeki prostatlarda günümüzde halen altın standart yöntem TUR-P’dir. Özellikle HoLEP ve PVP ile ilgili yapılan çalışmalarda kısa, orta ve uzun dönem sonuçların etkin olduğu görülmektedir. Günümüzde kullanılan yöntemlerden HoLEP, etkinliği, güvenilirliği ve düşük komplikasyon oranı ile diğer yöntemlerden üstün görünmektedir. HoLEP ve ona benzer özellikte olan ThuLEP’in sadece küçük ve orta hacimli değil büyük hacimli prostatlarda da etkin olarak kullanılması avantaj sağlamaktadır. Ayrıca Ho:YAG lazer, litotripsi ve diğer ürolojik kullanım özellikleriyle prostat operasyonu ile beraber ek tedavi durumlarında maliyet açısından ön plana çıkmaktadır. Özellikle antikoagülan tedavi alan hastalarda lazer yöntemlerin kullanılması daha uygun görülmektedir. Diode lazer enerji verimliliği ile ön plana çıksa da; TUR-P ile karşılaştırmalı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bütün yönleri ile incelendiğinde BPH tedavisinde lazer yöntemlerin geliştiği, kullanımının arttığı gözlenmekte ve ileride TUR-P ve açık prostatektominin yerini alabileceği düşünülmektedir.
- Published in Benign Prostat Hiperplazisi
Holmium Lazer | VersaPulse 60W Holmium
Üroloji uygulamaları için çok yönlü bir lazer sistemi Holmium Lazer
BPH, taşlar, tümörler veya darlık gibi ürolojik durumların tedavisi için en iyi bilinen yöntemdir.
- Published in Endoüroloji, Taş Hastalıkları
Taş Hastalıkları Tanı ve Tedavi Yöntemleri
Böbreklerde taş nasıl oluşur?
Böbrekte taşların oluşumu birçok faktörün bir araya gelmesi ile ortaya çıkmaktadır. Böbreklerde şekillenen ve atılan idrarın miktarı çok önemli olup, bir takım faktörlerin etkisi ile bazı kimyasal maddelerin idrar yoluyla atılımı artmakta ve alınan sıvı miktarına bağlı olarak azalabilen idrarda bu maddeler kolayca çökerek, küçük kristallerin oluşmasına yol açmaktadır. Bu kristaller şekillendikten sonra hızla birleşerek böbrek taşlarını oluşturmaktadır.
Kimler risk altındadır?
Böbrek taşları erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat daha fazla oluşmaktadır. Sıcak iklimlerde (ülkemizin özellikle güney ve güneydoğu bölgelerinde olduğu gibi), yaz aylarında terlemeye ve yetersiz sıvı alımına bağlı olarak daha sık gerçekleşir. Aynı zamanda ramazan aylarında sıvı alımının önemli oranda azalması da etkili olabilmektedir. Diğer taraftan son yıllarda tüketilen besinlerin bu konudaki önemi de giderek artmakta olup, bazı yiyecek ve içeceklerin taşların oluşmasına yol açtığı bilinmektedir. Taşların oluşmasını önlemede en önemli faktör, alınan sıvı miktarıdır. Bünyesi taş oluşturmaya yatkın kişiler, yeteri kadar su içmezse (günde en az 2-2.5 lt.) idrar miktarı azalacak, idrar daha yoğun bir duruma gelecek ve idrardaki taş oluşturan maddelerin çökmesi ile yeni taşlar oluşacaktır. Bütün bunların haricinde ailesinde taş hastalığı olan bireyler de taş hastalığı açısından önemli risk altındadır.
Taş hastalığının belirtileri nelerdir?
Taşın bulunduğu taraftaki yan boşluk ağrısı en önemli belirtidir. Ağrı şiddetli, bıçak saplanır tarzda olabildiği gibi bazen de uzun sürebilen ve dayanılabilen yan ağrıları olabilmektedir. Özellikle böbrekten çıkıp idrar kanalına (üreter) giren taşlar, çok daha şiddetli ağrı oluşturmaktadır. Ağrının şiddeti zaman zaman artıp azalabilir. Ayrıca idrarda kanama, yanma, bulantı ve kusma da görülebilmektedir.
Taş Hastalığı Teşhis ve tedavi yöntemleri nelerdir?
En sık uygulanan inceleme yöntemi ultrasonografidir. Hastalara herhangi bir uygulama zorluğu oluşturmayan, basit ve pratik bir uygulamadır. Boş veya ilaçlı böbrek filmi (IVP), spiral, bilgisayarlı tomografi gibi radyolojik yöntemlerle de teşhis konulabilmektedir. Tedavi planı, taşların bulundukları yere, sayısına ve taşların çapına bağlı olarak değişmektedir.
İçinizde büyütmeyin. Zamanında alınmayan böbrek taşları böbrek fonksiyonlarını bozar ve böbreği tamamen kaybedebilirsiniz.
Modern bir tedavi yöntemi: Taş kırma (ESWL)
Vücut dışında oluşturulan şok (basınç) dalgalarının böbrekteki taşlar üzerine odaklanması ile taşların kırılması esasına dayanan modern, pratik ve ağrısız tedavi şeklidir. Bu yöntemle taşlar küçük parçalara ayrıldıktan sonra vücuttan dışarı atılabilmektedir. Tüm taşların tedavisinde etkili olmayıp; büyük taşlar, aşırı şişmanlık, kanama bozuklukları, idrar yollarında enfeksiyon ve idrar yollarında tıkanıklık, bu yöntem için engel teşkil eden faktörlerdir.
Böbrek içi taş kırma yöntemi
Üriner sistem taş hastalığı böbrek, üreter, mesane ve üretra taşlarını kapsayan bir terimdir. Üriner sistem taş hastalığı, oldukça sık görülen, insanların %2-3’ünü etkileyen, tedavi edilmediğinde ciddi problemlere yol açan bir sağlık sorunudur. Sıcak ve kurak iklim kuşağında daha sık ortaya çıkar, genetik faktörlerle ve beslenmeyle ilişkilidir; ülkemiz taş sıklığının nispeten yüksek olduğu ülkelerden biridir.
Üriner Sistem Taş Hastalığı
Üriner sistem taş hastalığı böbrek, üreter, mesane ve üretra taşlarını kapsayan bir terimdir. Üriner sistem taş hastalığı, oldukça sık görülen, insanların %2-3’ünü etkileyen, tedavi edilmediğinde ciddi problemlere yol açan bir sağlık sorunudur. Sıcak ve kurak iklim kuşağında daha sık ortaya çıkar, genetik faktörlerle ve beslenmeyle ilişkilidir; ülkemiz taş sıklığının nispeten yüksek olduğu ülkelerden biridir. Ailede taş hastalığı olması riski artırır, erkeklerde daha sık karşımıza çıkar. Taş hastalığı olan bir kişide, uygun tedaviler uygulanmadığında, taş tekrarlama ihtimali %50’nin üzerindedir.
Böbrek Taşları
Böbrek toplayıcı sistemi içinde taş bulunması durumudur. Geçmiş yıllarda çoğu açık ameliyatla tedavi edilen böbrek taşları, teknolojinin ilerlemesi ile birlikte, farklı tedavi yöntemleri kullanılarak, kapalı ameliyatlarla tedavi edilebilmektedir. Böbrek taşlarının tedavisinde asıl amaç böbreğe en az zararı veren yöntemlerle taşları temizlemektir.
RIRS
Genel anestezi altında, yaklaşık 3mm çapında, ışık kaynağına sahip, fiberoptik sistemle görüntü sağlayan ince bir enstrümanla (fleksibl renoskop) üretradan (idrar kanalı) ve mesaneden (idrar kesesi) geçirilir. Böbrekler ve mesane arasındaki bağlantıyı sağlayan yola (üreter) giriş sağlanır ve üreter geçilerek, böbrek içinde yerleşmiş olan taşı kırmak için böbreğe ulaşılır. Böbrek taşı renoskopun içinden geçebilen, lazer güç kaynağı kullanılarak kırılır. Kırma işleminden sonra büyük taş parçaları dışarı alınır, toz haline gelmiş kırıntılar böbrekten dökülür. Bu esnada herhangi bir kitle ya da şüpheli oluşuma rastlanılırsa biyopsi alınabilir ve endoskopik kazıma (rezeksiyon) ile aynı seansta tedavi yapılabilir.
Bu işlem esnasında cerrah, direk görüntü altında aletin uç kısmını kumanda ederek, böbreğin tüm odalarına girebilmekte ve lazer yardımı ile taşları kırabilmektedir.
Yeni nesil fleksibl (kıvrılabilir) renoskopların ve holmium lazer gibi etkin ve güvenli taş kırıcıların geliştirilmesi ile Retrograd İntrarenal Cerrahi (RIRS), taş tedavisinde önemli bir alternatif haline gelmiştir. Günümüzde çoğu küçük ve orta büyüklükteki böbrek taşı, açık cerrahiye ya da perkütan nefrolitotomiye (PCNL) gereksinim duyulmadan, Retrograd İntrarenal cerrahi (RIRS) ile başarılı bir şekilde tedavi edilmektedir. Bu sayede böbreğe karın duvarından delik açmaksızın ulaşılabilmekte, idrar kanalından girerek kıvrılabilen renoskop ve lazer ile taşlar tümüyle kırılıp temizlenebilmektedir. Bu da hastaların daha kısa sürede taburcu olmalarını ve günlük hayatlarına çok kısa bir sürede dönmelerini sağlamaktadır.
Ameliyat sonrasında elde edilen taş parçalarının analizi yapılarak taş cinsi belirlenmekte, bu sayede bazı yaşam tarzı önerileri ve medikal tedaviler ile kimi taşlar tedavi edilebilmekte, kimi taşların da tekrar oluşmasının önüne geçilebilmektedir.
Taş hastalığına ameliyatsız çözüm
Böbrek ile idrar torbası arasında yer alan üreterde (idrar kanalı) takılıp kalan taşların tamamına yakını üreteroskopi yöntemiyle tedavi edilebilmektedir. Bu yöntem, açık ameliyat yapılmaksızın endoskopik yoldan (kapalı, vücuda kesi uygulanmadan) yapılır. İşlem sırasında özel ışıklı bir alet ile taşın bulunduğu idrar kanalına girilerek taşa ulaşılır, büyük taşlar kırılarak küçültülüp direkt dışarı alınarak idrar kanalı taşların tümünden temizlenir. Hastanın iyileşmesi ve günlük aktivitelerine dönmesi çok hızlı olup aynı gün hasta evine gönderilebilmektedir.
Perkütan taş cerrahisi
Teknolojik gelişmeler ve modern yaklaşımlar sayesinde, günümüzde böbrek taşlarının %99’u kapalı ameliyat yöntemleri ile tedavi edilebilmektedir. Taş kırma yöntemi ile tedavi edilemeyen veya kırılsa da dökülemeyecek büyüklükte olan taşların çoğunda, perkütan taş cerrahisi uygulanmaktadır. Cilt üzerine yapılan 1 cm’lik kesi ile böbreğe endoskopik olarak girilerek taşlara ulaşılmakta ve bu taşlar kırılarak dışarıya alınmaktadır. İşlem sonrasında hastalar, büyük ameliyat yarası olmaması nedeniyle erkenden ayağa kalkabilmekte, çok kısa sürede iyileşerek, aktivitelerine dönebilmektedir.
Açık ameliyat uygulamasından da kısaca söz edebilir misiniz?
Günümüzde artık hem teknolojik gelişmeler ile yaygın uygulanan endoskopik (kapalı) girişimler, hem de taşların daha küçük boyutlarda iken tespit ve tedavi edilebilmesi nedeniyle açık cerrahi girişimlerin oranı % 1- 2 değerlerine kadar gerilemiş bulunmaktadır. Böbreklerin hemen hemen tüm boşluklarını dolduran büyük ve kompleks taşlar ile taşların alt kısmında tedavi sonrasında düşmelerini engelleyecek darlık bulunması durumlarında bu yöntem seçilebilmektedir.
Yeniden taş oluşması nasıl engellenebilir?
“Böbrek ve İdrar yolları taş hastalığı“, tedavi edilmiş olsa bile tekrar edebilmektedir. Bu nedenle idrar yollarında taş olan hastaların tedavi sonrasında ileri incelemeler ile yakından takibi gerekmektedir. Günümüzde artık başarılı bir şekilde taşların vücuttan uzaklaştırılmaları kadar yeni taşların oluşumunun engellenmesi de çok büyük önem taşımaktadır. Böbrek ve idrar yollarında bulunan taşların büyümesini veya yeniden taş oluşmasını engelleyecek en etkili ve gerekli birincil önlem gün içerisinde en az 2.5 litre su içilmesidir. Bu yolla yoğunluğu daha azalacak olan idrar ile taş oluşturabilecek risk faktörleri çok daha kolay atılabilecek ve bu maddeler bir araya gelip çökme imkanı bulamayacaktır. Bazı yiyecek ve içeceklerin, içeriklerinde yer alan bazı risk faktörleri nedeniyle taş oluşum riskini artırdıkları çok iyi bilinmektedir. Bu konu özellikle son 10 yıllık süreçte daha çok önem kazanmış olup, hastaların besin alışkanlıklarının bu konuda deneyimli bir diyetisyen tarafından çok iyi değerlendirilmesi ve günlük gıdaların uygun besinlerle desteklenmesi giderek daha fazla önem arz eden bir koruyucu önlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca, uygun kiloyu sürdürme ve yeteri kadar yapılan fizik egzersizleri de belirlenen risk faktörlerinden uzaklaşma için etkili önlemler arasındadır. Son olarak taş hastalığından muzdarip bireylerin, özellikle de ailesinde bir veya birden fazla bireyin taş hastalığı bulunan hastaların genetik açıdan da detaylı olarak değerlendirilmesi, bu yolla hem bu hastalığa olabilecek yatkınlık ile, gelecekte oluşabilecek yeni taş oluşum riskinin belirlenmesi de bu konu ile etkin olarak uğraşan merkezlerin üzerinde durduğu ve yoğun olarak çalıştığı bir konu olup, sık tekrar eden taş hastalığında mutlaka ele alınması gereken bir konudur. Unutulmaması gereken konu, taş hastalığının erken teşhis, etkili ve en az zarar veren yöntemler ile tedavi ve çok yakın takip gerektiren bir problem olduğudur. Ancak bu şekilde gelecekte oluşabilecek yeni taşları engellemek mümkündür. Önceleri yapılan bir açık ameliyat ile ortadan kalktığı zannedilen ve gereken önlemler alınmadığı için sık sık tekrar edip geriye dönüşümü olmayan yapısal, işlevsel problemlere yol açabilen taş hastalığı bu alanda deneyimli bir merkez tarafından ele alınması gereken, birden fazla disiplinin yaklaşımı ile hastaya çok az zarar veren etkili tedavinin yanı sıra detaylı bir araştırmanın mutlak gerekli olduğu bir problem durumuna gelmiştir.
Taş hastaları neler yapmalıdır ?
- Her gün yeteri kadar sıvı alınması ( 2-2.5 lt, 10-12 bardak)
- Sık tekrar eden taş hastalığı durumunda yiyeceklerin düzenlenmesi
- Düzenli yürüyüş ve egzersizler
- Stresten uzak bir yaşam tarzının sağlanabilmesi
- 6 ayda bir idrar analizi ile ultrasonografi incelemesinin tekrarı
- Vücutta taş oluşumuna yol açan sebeplerin aydınlatılması amacıyla kan ve idrar örneklerinin incelenmesi ve gereken tedavinin başlatılması
- Mevcut taşların büyümeden gereken önlemlerin alınması ve taşların uygun yöntemlerle temizlenmesi
- Düşürülen taşların analiz amacıyla biriktirilmesi ve inceleme amacıyla bu konu ile ilgilenen deneyimli merkezlere başvurulması
- Ailesinde yaygın taş hastalığı bulunan ve sık sık taş oluşumu ile karşılaşan bireylerin bu konuda deneyimli merkezlerde genetik incelemelerden geçmesi
Bu merkezlerin avantajları:
- Hastalar mevcut taşlarından değişik yöntemlerin ( Taş kırma, üretreroskopi, Perkütan taş tedavisi) uygulanabilmesi ile kısa sürede kurtulabilmekte ve günlük aktivitelerine çok kısa süre içerisinde dönebilmektedir.
- Daha da önemlisi tüm hastalar taş oluşturan risk faktörleri açısından detaylı olarak değerlendirilebilmektedir. Kan ve idrarda mevcut risk faktörleri tam olarak ortaya çıkarılabilmekte ve gereken önleyici tedavi zamanında başlatılabilmektedir.
- Hastaların diyet içeriği ele alınıp gereken düzenlemeler ile taş oluşum riski anlamlı ölçüde azaltılabilmektedir.
Böbrek taşlarının oluşumunda diyetin rolü nedir?
Böbrek ve idrar yollarında taşların oluşumuna yol açan faktörler içerisinde son yıllarda üzerinde çok yoğun olarak durulan önemli faktörlerden bir tanesi de tüketilen yiyecek ve içeceklerin içeriğidir. Yapılan klinik ve deneysel çalışmalarda bir takım yiyecek ve içeceklerin içerisinde yoğun bir şekilde yer alan taş yapıcı maddeler nedeniyle taş oluşumuna yol açtığı ve bu mekanizmayı hızlandırdığı gösterilmiştir. Bu yiyeceklerin alınması ve bağırsaklarda sindirilmeleri sonucu açığa çıkan bazı taş oluşturabilen yapı taşları bağırsaklardan emilmekte ve idrar yolu ile atılımları sırasında ise taş oluşumunu tetiklemektedir. Aynı zamanda bu risk faktörlerin idrarla atılımını kolaylaştıran ve bir araya gelip taş oluşumuna engel olan en önemli faktör yeteri kadar su tüketimi olup, bu beslenme tarzına ek olarak az sıvı tüketimi taş oluşumunu daha da artırmaktadır. Yapılan incelemeler sonucu aşağıda belirtilen bazı besin maddeleri başta olmak üzere belli başlı bazı besinlerin taş oluşum riskini artırdığı gösterilmiştir. Bu besinler arasında aşırı oranda protein ( kırmızı et, süt ve süt ürünleri),ıspanak, tuz, şekerli ve unlu mamuller, sakatat ürünleri, çikolata, koyu çay, kahve, kola, bira ve soda sayılmaktadır. Bu besinler ve diğer bazı risk teşkil eden besinlerin günlük tüketim içerisindeki ağırlığının tespiti ve eğer gerekli ise şahısların beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi bu açıdan büyük önem taşır duruma gelmiştir. Taş hastalığı ile yoğun bir şekilde uğraşan merkezlerde diyet uzmanlarının rolü ağırlık kazanmıştır. Günümüzde taş hastalığının takibi ve yeni taşların oluşumunun engellenmesinde her hastanın bu konuda uzman bir diyet uzmanı tarafından detaylı olarak değerlendirilmesi ve gereken beslenme alışkanlığı düzenlemesinin yapılması ile oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.
Taş hastalığının oluşumunda genetik faktörlerin ve genetik incelemelerin rolü nedir?
Taş hastalığının tedavisinde mevcut taşların değişik yöntemler ile vücuttan uzaklaştırılması ve hastaların taştan yoksun duruma getirilmesi tedavinin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. Günümüzde asıl hedef yeniden taş oluşum riskini minimum düzeye indirebilmek amacıyla gereken önlemlerin alınması ve hangi hastaların tekrar taş oluşturabileceğinin önceden kestirilebilmesidir. İşte bu noktada yapılacak bazı genetik araştırmalar ile, mevcut veriler ışığında hangi hastaların bu hastalığa yatkın olduğunu belirleyebilmek mümkün olacaktır. Özellikle ailesinin birçok ferdinde taş hastalığı bulunan çocukların bu açıdan detaylı olarak incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Merkezlerde yer alan genetik uzmanları ile üroloji uzmanlarının birlikte yapacakları değerlendirmeler ve hastalardan elde edilen verilerin gruplandırılması ile hastalarda bazı genetik faktörler incelenilebilmekte ve bu faktörlerin pozitifliği ışığında hastalar gelecekte taş oluşumunu sınırlandırabilecek tedavi programlarına alınabilecektir. Özetle detaylı bir diyet uzmanı değerlendirmesi ve genetik taramalar ile gelecekte taş hastalığının oluşumunu minimum düzeylere indirebilmek mümkün olabilecektir ve bu durumda bu konuda deneyimli uzmanların yer aldığı merkezlerde mümkün olabilmektedir.
- Published in Endoüroloji, Taş Hastalıkları
İdrar Kaçırma
Mesane böbreklerimizden gelen idrarın biriktiği kesedir. Halk arasında idrar kesesi veya idrar torbası olarak bilinmektedir. Mesanenin kaslarının kasılma ve gevşemesi hem o bölgedeki sinirler hem de beyin tarafından kontrol edilir. Normal mesane idrar doldukça esner, buna bağlı basınç artışı olmaz. Mesane alt ucundaki kaslar kesenin ağzının kapalı durumda kalmasını sağlar. Mesaneden sonra üretra adında bir kanal bulunur. Üretranın kontrolü hormonlar tarafından sağlanır.
İdrar kaçırma, kontrol edilemeyen ve istemsiz idrar tutamama halidir. Tıbbi adı üriner inkontinansdır. Her yaşta olabilirse de ileri yaşlarda daha sık görülür. Sürekli olarak tekrarlarsa hastalık olarak kabul edilir. İdrar kaçırma kişinin yaşam konforunu bozar, sosyal ve psikolojik sorunlara yol açabilir. İdrar kaçırma her iki cinste de görülebilirse de kadınlarda daha sıktır.
İdrar Kaçırma (Üriner inkontinans) Nedir?
Üriner inkontinans, özellikle 30 yaş üstü kadınların %30-40’nı etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Toplumda sık görülmesi sonucu, neredeyse normal yaşamın bir parçası olarak algılanmaktadır. Kadınlar, emici pedler kullanarak, ekstra iç çamaşırı taşıyarak ya da sıvı alımını azaltarak bu sorunla mücadele etmeye çalışmakta, bu şikayetle doktora başvuruma sayısı gerek bu sorunun normal yaşamın bir parçası, gerekse utanma dolayısıyla yetersiz olmaktadır.
Dolayısıyla üriner inkontinaslı kadınlar, günlük aktivitelerini ve sosyal yaşam planlarını bu sorun merkezinde yapmakta ve yaşam kalitesi ciddi anlamda kısıtlanmaktadır. Seksüel problemler, öz güven sorunları, anksiyete ve depresyon gibi psikolojik problemler inkontinansı olan kadınlarda daha sık gözlenmektedir.
Oysa günümüzde, modern tıbbın gelişimi ve cerrahi tekniklerin gelişimine paralel olarak, kadınlarda inkontinans sorunu başarı ile tedavi edilebilmektedir. Tedavi sonrası kadınların sosyal yaşamı ve yaşam kalitesi, öz güveni ve seksüel yaşamında anlamlı derecede artış olduğu çalışmalarda gösterilmiştir. Sonuç olarak kadınlarda üriner inkontinans, normal yaşamın bir parçası değil tedavi edilebilir bir hastalıktır.
Kadınlarda idrar kaçırma (üriner inkontinans) ve tedavisi
- Üriner inkontinans tedavisi, inkontinans tip ve şiddetine bağlıdır.
- Çeşitli medikal ve cerrahi tedaviler mevcut olup tedavi hastaya özel seçilmelidir.
- Çoğu hastada, ilk basamakta, fiziksel ve davranışsal terapiler tercih edilir. Sonraki basamaklarda, ağır anatomik problem saptanan hastalarda ve şiddetli inkontinansta cerrahi ve kombine tedaviler tercih edilebilmektedir.
Kadın ve Erkeklerde Görülen İdrar Kaçırma Hayat Kalitesini Düşürüyor!
İdrar kaçırma (Üriner İnkontinans); günlük yaşamda hijyenik ve sosyal problemlere yol açan ve hastalarının yaşam kalitesini düşüren istemsiz idrar kaçırma durumu olarak tanımlanmaktadır.
İdrar kaçırma yaşamı tehdit eden bir hastalık olmasa da; devamlı ıslaklık ve bu durumun yol açtığı irritasyon depresyona varan derecelerde, duygusal problemlere yol açabilmektedir. Bu durum; hastaların günlük aktivitelerini, iş yaşamlarını ve cinsel hayatlarını olumsuz etkilemektedir. Hastalar genellikle bu tür durumlarda aktivitelerden ve sıvı alımından kaçınmaktadırlar.
- İçindekiler
- İdrar kaçırmanın çeşitleri
- İdrar kaçırmanın nedenleri nelerdir?
- Kadınlarda idrar kaçırma
- İdrar kaçırma nasıl teşhis edilir?
- İdrar kaçırma nasıl tedavi edilir?
İdrar kaçırmanın çeşitleri
Stres inkontinansı: Gülme, hapşırma, öksürme, ağır eşya kaldırma gibi idrar kesesinde basıncın arttığı durumlarda olan idrar kaçırma halidir. Sinir ve kas zayıflığına bağlıdır.
Sıkışma tipi idrar kaçırma: Burada hasta aniden idrara sıkışır ve kontrolsüz bir şekilde idrarını kaçırır. Mesanenin kontrolsüz kasılması söz konusudur.
Mix tip: Her iki durum aynı anda vardır.
İdrar kaçırmanın nedenleri nelerdir?
Aşağıda sıraladığımız durumlar sıklıkla idrar kaçırma nedenleri arasındadır:
- Obezite,
- İlerleyen yaş,
- İdrar torbası sarkması,
- Genetik,
- Kabızlık,
- Sistit,
- Vajinal enfeksiyonlar,
- İdrar yollarında veya böbrekte taş,
- Şeker hastalığı,
- Menopoz,
- Zor doğumlar,
- Erkeklerde prostat büyümesi,
- Kas gevşetici, tansiyon düşürücü, idrar söktürücü, sakinleştirici, depresyona karşı alınan ilaçlar, alerji ilaçları,
- Demans alzheimer hastalığı
- Sinir sisteminin hastalığı
- Vajina ile mesane arasında fistül. ( burada hasta vajinasından idrar kaçırır)
Kadınlarda idrar kaçırma
Fazla doğum yapmış kadınlarda, menopozdan ya da zor doğumlardan sonra kadınlarda idrar kaçırma sorunu yaşanabilir. Bazen hiç doğum yapmamış kadınlarda bile görülebilir. İdrar kaçırmanın kalıtımsal özelliği de gösterilmiştir. Özellikle; ağır yük kaldırma, öksürme, hapşırma, şiddetli gülme durumlarında idrarlarını kaçırırlar. Zor doğumlara bağlı idrar kesesi sarkması görülebilir.
İdrar kaçırma nasıl teşhis edilir?
Öncelikle hastadan detaylı öykü alınır. İdrar kaçırmayı başlatan durumlar ve idrar kaçırmanın şekli ve sıklığı öğrenilir. Hastaya; kan şekeri, idrar tahlili ve idrar kültürü, ultrason ve ürodinami istenebilir. Altta yatan başka neden düşünülüyorsa onunla ilgili tetkikler yapılır.
İdrar kaçırma nasıl tedavi edilir?
Hastada aşırı kilo varsa uygun diyet ve egzersiz programı ile zayıflaması sağlanır. Sebep kabızlık ise diyeti düzenlenir ve ilaç tedavisi verilir. Kontrolsüz şeker hastalığı sebebi ise hastanın ilaçları ve diyeti düzenlenir. Aşırı sıvı alımı önlenir. Aşırı sigara ve alkol kullanan hastalardan bunları azaltmaları istenir. İdrar yolu enfeksiyonları uygun antibiyotiklerle tedavi edilir. Mesane ve pelvik kasları güçlendirici egzersizler tavsiye edilir. Bu egzersizler idrar yaparken idrarın tutulması ve bırakılması prensibine dayanır.
İdrar tutamama durumlarında kullanılan ilaç tedavileri de vardır. Bunlar üroloji hekimleri tarafından uygun hastalara verilirler. Eğer idrar kaçırma prostat büyümesi, mesane sarkması gibi bir durumdan kaynaklanıyorsa cerrahi düşünülebilir.
İdrar kaçırma probleminiz varsa bir üroloji hekimi ile görüşmeniz çok önemlidir. Problem tedavi edilmezse ciltte kızarıklık ve enfeksiyonlara neden olabilir. İdrar kaçırma bazı hastalıkların habercisi de olabilir. Ayrıca idrar kaçırma kişinin öz saygısını azaltır, utanç duygusu yaratır. Bu nedenle bile hastalar hekime geç başvurabilirler. Hekiminiz detaylı bir öykü ve fizik muayeneden sonra gerekli tetkikleri isteyecek; size faydalı olacak tedavi yöntemini uygulayacaktır.
- Published in İdrar kaçırma, Üroloji
Genital Siğiller (Kondilom) ve Tedavisi
Hem kadınlarda hem erkeklerde görülen genital siğiller, cinsel yolla bulaşan HPV enfeksiyonun genital bölgedeki belirtisidir. “Kondiloma aküminata” olarak da adlandırılır. HPV virüsünün (Human papilloma virus – İnsan papilloma virüsü) 200’den fazla çeşidi bulunur ve bunlardan 40’ı genital siğillere neden olur. En çok siğillere yol açan tip HPV 6 ve HPV 11’dir. Ancak bu HPV tipleri kansere yol açmazlar.
Özellikle kadınlarda, başka HPV tipleri de aynı anda vücutta bulanabilir ve bu nedenle Pap Smear gibi testlerin yapılması gerekir. Genital siğiller deride açık veya koyu kahverengi kabarıklıklar, kimi zaman lekeler halindedir. Tek olarak görülebileceği gibi birden fazla siğil yan yana karnabahar şekilde görünebilir. Siğiller kimi zaman et beni sanılır ya da hiç fark edilmez. Kaşıntı yapabilir ya da cinsel ilişki sırasında kanamaya yol açabilirler.
Kadınların ve erkeklerin yüzde 60’nın hayatının bir döneminde HPV ile karşılaştığı tahmin ediliyor. Virüs vücuda girdikten sonra genellikle bağışıklık sistemi tarafından baskılanıyor. Baskılanmadığı durumlarda genital siğillere yol açan tipler, bulaşma sonrası ortalama 1 sene sonra belirti veriyor.
Virüs belirti verse de vermese de vücutta olduğu için başka kişilere bulaştırma ihtimali bulunuyor. Dolayısıyla HPV virüsünün ne zaman ve kimden bulaştığı belirlenemiyor. Genital siğiller ne kadar erken teşhis edilirse tedavisi o kadar kolay oluyor. Siğiller kremler, çeşitli yakma yöntemleri ya da büyüklüklerine göre cerrahi ile tedavi ediliyor.
Genital siğiller toplumda yüzde 1 oranında görülüyor. 20’li yaşlarda bu oran yüzde 7’ye çıkıyor. Rahim ağzı kanseri aşısı yapılsa bile mutlaka tarama programlarına devam edilmesi gerekiyor. 21 yaşından itibaren tüm kadınlara üç yılda bir Smear yapılması gerekiyor.HPV ile PAP smear testinin beraber kullanıldığı tarama Co-Test ise 30 yaşından itibaren yaptırılması tavsiye ediliyor. Bu sonuçların her ikisi de iyi çıkarsa beş yıl içerisinde rahim ağzı kanseri veya kanser öncesi lezyonu gelişme oranı yüzde 0, 08’e düşüyor.
Genital Siğiller Nasıl Bulaşır?
- HPV virüsü her iki cinsiyette de görülebilir ve kişiden kişiye cinsel temasla bulaşır. Vajinal ve anal ilişkinin yanı sıra, kondomun örtmediği genital bölgedeki deri temasıyla da HPV bulaşabilir.
- Genital siğiller görünür olmasa da HPV ile enfekte derinin genital bölgeye teması virüsün bulaşması için yeterli olur.
- Nadiren oral cinsel ilişki ile bulaşır.
- HPV bulaştıktan sonra uzun yıllar vücutta sessiz kalabilir ve herkeste genital siğile neden olmaz. Birçok kişide HPV, vücudun savunma sistemi tarafından etkisiz hale getirilir.
- Genital siğil yapan HPV tipleri bulaştıktan sonra siğiller birkaç ay ya da birkaç yıl sonra ortaya çıkabilir. Bu sürede kişi taşıyıcı durumunda olur ve hastalığı başkalarına bulaştırabilir.
- HPV taşıyan gebelerde, doğum sırasında anneden bebeğe geçebilir.
- Genital siğillerin hangi partnerden geçtiğini ve virüsün ne kadar zamandır vücutta olduğunu saptamak mümkün değildir.
- Tedavi edilmeyen hastalarda siğiller çoğalabilir ve boyutları büyüyebilir.
- Genital siğiller öpüşmekle, havlu, çatal-kaşık kullanımı, bardak, tuvaletten bulaşmaz.
Genital Siğillerden Korunma Yolları
- Vajinal, anal veya oral seks sırasında her zaman prezervatif kullanın – ancak virüs prezervatif tarafından korunmayan cilt bölgelerinden de bulaşabilir.
- Genital siğiller için tedavi görürken cinsel ilişkiye girmeyin.
- HPV aşısı yaptırın: HPV’den korunmanın en etkili yolu; hem kadınlar hem de erkekler için HPV aşısı olmaktır.
- Tüm dünyada kullanılan ve bazı ülkelerde çocukluktan itibaren yapılan HPV aşısı, virüsün en sık kanser yapan HPV 16 ve 18 tipine karşı koruyuculuk sağlıyor. Ayrıca, dörtlü aşının (kuadrivalan) genital siğil yapan 6 ve 11 tiplerine karşı koruyuculuğu da bulunuyor. Tüm rahim ağzı kanserlerinden yüzde 90 oranından koruyabildiği gibi, siğilden de aynı oranda koruyor.
Genital Siğil Belirtileri
Genital siğiller toplu iğne başı büyüklüğünde, kabarcıklı ve pürtüklü yapıdadır. Birden çok olduklarında birleşerek karnabahar görünümünü alabilirler. Başlangıçta deri renginde veya kahverengi kabartılar şeklinde olabilirler. Siğiller genellikle şikayete neden olmazken, bazen kaşıntıya neden olabilir, cinsel ilişki sırasında kanayabilir.
Genital Siğiller Şu Bölgelerde Ortaya Çıkabilir
- Siğiller tek, grup halinde, ciltten yüksek, yassı veya “karnabahar” biçimli olabiliyor.
- Deri kabarık, üzeri pürtüklü, deri rengi, açık kahverengi ya da rengi gri olabiliyor.
- Genellikle acı-ağrı hissi olmuyor. Ancak kaşıntı olabiliyor.
- Cinsel ilişki sırasında hafif kanama yapabiliyor.
- Siğil olan bir kişi ile cinsel temas sonrasında, haftalar ya da aylar içinde ortaya çıkabiliyor.
- Genital siğillere neden olan HPV enfeksiyonu, ağzın genital bölgeye teması olursa nadir olarak boğazın içinde siğile neden olabilir.
Kadınlarda Genital Siğiller
- Vulvada (dış kadın genital bölgesi)
- Vajina içinde veya çevresinde
- Anüs içinde veya çevresinde
- Kasıklarda (genital bölgenin iç uylukta buluştuğu yer)
- Rahim ağzında
Erkeklerde Genital Siğiller
- Penis,
- Testisler,
- Kasık,
- Bacak arası veya anüste bir veya daha çok sayıda ortaya çıkıyor.
Genital Siğil Tanı Yöntemleri
Genital siğiller görüntüleri açısından çok tipiktir. Genital siğillerin teşhisi Deri Hastalıkları Uzmanı (Dermatolog) tarafından yapılan muayene ile siğillere bakılarak tanı konabilir. Jinekoloji ve Üroloji tarafından da tanı konabilir. Kadınlarda, özellikle yıllık rutin jinekolojik muayene sırasında tespit edilebilir.
Eğen genital siğilleriniz varsa, tedaviniz bitene kadar cinsel ilişkiye girmeyin ve partnerinizi de bilgilendirin. Kadınlarda HPV, rahim ağzı kanseri için önemli bir risk faktörüdür. Bu nedenle genital siğillerin yanı sıra diğer HPV tiplerinin varlığı için aşağıdaki testler yapılır:
Pap Smear Testi
Jinekolojik muayene sırasında vajinanın girişinden özel bir fırça veya spatul vasıtasıyla örnek alınır. Acısız bir işlemdir. Rahim ağzında hücresel değişiklik olup olmadığı belirlenir. Smear testi tek başına kanser tanısı koyulmasında yeterli değildir. Smear testinin pozitif çıkması bir problem olduğuna ve tanıya yönelik testler yapılması gerektiğine işaret eder.
HPV DNA testi
Pap smear’in anormal çıkması durumunda, HPV’nin kansere neden olma olasılığı araştırılır.
Kolposkopi
Vulva, vajina ve serviksin ışıklı büyüteçle incelenmesidir.
Servikal Biyopsi
Rahim ağzından doku alınarak kansere neden olabilecek hücre değişimleri araştırılır.
Genital Siğil Tedavi Yöntemleri
HPV enfeksiyonunu vücudunuzdan atacak bir tedavi yoktur. Ancak genital siğiller aşağıdaki yöntemlerle yok edilebilir. Tedavide sadece siğillerin yok olması değil, siğilin bulunduğu dokunun tamamen temizlenmesi amaçlanır.
Genital siğiller krem, kriyoterapi (yakma) ya da dondurma, siğil büyükse cerrahi ile tedavi ediliyor.
Kremler
Bunlar siğil dokusunu kimyasal olarak yakarak tedavi sağlayan ilaçlardır.
Kriyoterapi
Bu, siğilin sıvı nitrojen püskürtülerek dondurulması ve dağılmasını sağlar. Anestezi gerektirmez.
Elektrokoterizasyon
Siğillerin elektrik akımı yoluyla yakılmasındır, lokal anestezi ile o bölge uyuşturularak işlem yapılır.
Cerrahi Siğil Tedavisi
Genellikle anestezi altında yapılır ve cerrah tarafından siğiller tek tek ameliyatla temizlenir. Tedavideki esas hedef, siğillerin bulundupu taban dokunun tamamen yok edilmesidir.
Tüm bu tedavi yöntemleriyle mevcut siğiller iyileşir. Ancak taşıyıcılık yıllarca devam edebilir. Bu yüzden kişinin immün sistemindeki değişikliklere bağlı olarak siğiller tekrar çıkabilir.
Erkeklerde HPV/Genital Siğillerin Tedavisi
Günümüzde erkeklerde HPV‘nin varlığını gösterebilecek bir test bulunmuyor. Siğiller genellikle erkeklerin penis, testis torbası, anüs çevresinde ve kasıklarda görülüyor. Eğer penis ve çevresinde siğil, et beni, kabarıklık, yara, ülser, beyaz lekeler veya diğer anormal yapılar fark edilirse bu durumda bir uzmana başvurulması gerekiyor.
HPV’nin genital bölgede siğil oluşumuna neden olabilen HPV tipleri kansere yol açabilen tiplerle aynı değil. Diğer tipleri ise, penis, anüs ve ağız içi-boğaz kanserlerine yol açabiliyor. Bununla birlikte, virüs penil, anal ve baş ve boyun gibi nadir görülen kanserler ile bağlantılı olduğundan, HPV’nin önlenmesi hala erkekler için önemli.Erkeklerde genital siğillerin tedavisi ilaçla, cerrahi yolla ve yakma ya da dondurma yolu ile yapılıyor.
- Published in Cinsel yolla bulaşıcı hastalıklar
Siğil nedir, neden olur? Siğil nasıl tedavi edilir?
Siğiller, insan papilloma virüsleri olarak bilinen belirli bir virüs grubundan kaynaklanan iyi huylu cilt oluşumlarıdır. Siğiller en çok ellerde, ayaklarda ve yüzde görülür. Aynı zamanda genital ve anal bölgede de ortaya çıkabilir.
tal ve anal bölgede de ortaya çıkabilir.
- İçindekiler
- Siğil nedir?
- Siğil neden olur?
- Siğiller bulaşıcı mıdır?
- Siğil tipleri nelerdir?
- Siğil tanısı nasıl konulur?
- Siğil tedavisi nasıl yapılır?
- Salisilik asit ya da laktik asit içeren ilaçlar
- Kriyoterapi tedavisi
- Cerrahi tedavi
Siğil nedir?
Siğiller; yukarıda da söz edildiği gibi ciltte insan papilloma virüsünün neden olduğu küçük şişkinliklerdir. Özellikle çocuklar ve ergenlerde daha sık rastlanır. Genellikle zararsız olsalar da estetik olarak rahatsız edicidirler ve bazen ağrı, kaşıntı ya da kızarıklık gibi şikâyelere neden olurlar.
Siğil neden olur?
Siğil, kısaca HPV olarak adlandırılan insan papilloma virüslerinin neden olduğu bir enfeksiyondur. Sadece iki tür siğil HPV kaynaklı değildir. Göbekli siğil olarak da adlandırılan molluskum kontagiosum poxvirüs ailesinden molluskum kontagiosum virüsü tarafından oluşturulur. Seboreik siğillerde ise etken bir virüs değildir. Bunlar seboreik keratoz olarak da adlandırılır ve aslında gerçek siğil değildir ve bu nedenle bulaşıcı özellik taşımaz.
Siğil neden olur sorusunun kesin bir cevabı olmasa da bağışıklık sisteminin zayıf olduğu kişilerde daha sık görüldüğünü söylemek yanlış olmaz.
Siğiller bulaşıcı mıdır?
Virüslerin neden olduğu siğiller son derece bulaşıcıdır. Bu siğillere neden olan virüsler doğrudan kişiden kişiye, bazen de dolaylı olarak havlu veya traş makinesi gibi nesne yoluyla bulaşır. Bu nedenle siğili olan kişilerle yakın temastan ve kişisel eşyaların ortak kullanımından kaçınmak gerekir. Örneğin ayak tabanında siğil bulunan kişiye ait terliklerin giyilmesiyle kolaylıkla başka bireylere yayılır.
Virüsün vücuda alınması ile siğilin ortaya çıkması arasında dört hafta ila sekiz ay kadar bir süre vardır. Ciltte yara varsa siğil virüsleri ile enfekte olmak daha kolay hale gelir. Aynı zamanda cildin nemli ya da ıslak olması bulaş riskinde artışa neden olur. Bu nedenle yüzme havuzu, sauna ve hamam gibi ortamlarda daha sıklıkla bulaşır. Vücudunun herhangi bir yerinde siğil bulunan kişi bunu başka bölgelerine de bulaştırabilir.
Siğil tipleri nelerdir?
Siğile neden olan HPV’nin 100’den fazla türü vardır. Enfeksiyondan sorumlu virüs tipine ve yerleştiği bölgeye bağlı olarak, morfolojik açıdan farklı tipte siğiller ortaya çıkar. Ayrıca siğile benzeyen ancak farklı bir kökene sahip bazı cilt lezyonları da vardır. Aşağıda en önemli siğil tipleri ile ilgili bazı açıklamalar sunulmuştur.
VERRUCA VULGARİS
Verruca vulgaris en sık rastlanılan siğil türüdür ve vücudun her tarafında görülebilir. Fakat en sık olarak ellerde ve ayaklarda bulunur. Parmaklarda sıklıkla tırnak kenarlarına yerleşme eğilimi gösterir. Bu siğillerin büyüklüğü bezelye boyutuna kadar ulaşabilmektedir. Kural olarak, verrucae vulgares basınç ağrısı ya da kaşıntıya neden olmaz.
VERRUCA FİLİFORMİS
Uzun, iplik benzeri bir gövdeye sahiptir ve verruca vulgaris tipi siğillerin özel bir şeklidir. Özellikle yaşlı bireylerde yüzde (göz kapakları, dudaklar, burun) veya boyunda çıkma eğilimi gösterir. Bu siğiller bazen kaşıntılı olabilir. Ayrıca yıkama, kurutma veya tıraş sırasında tahriş ya da yaralanma oluşabilir. Kozmetik açıdan oldukça rahatsız edicidir ve bu nedenle tedavi edilmesi önerilir.
VERRUCA PLANTARİS
Ayak tabanında görülen siğillerdir. Bu siğiller oldukça ağrılıdırlar. Genellikle Yüzme havuzu, hamam, spor salonu gibi ortak kullanım alanlarında çıplak ayakla dolaşırken bulaşır. Tedavide en sık olarak salisilik asit içeren bantlar tercih edilir.
GÖBEKLİ SİĞİLLER (MOLLUSCA CONTAGİOSA)
Göbekli siğiller, görünümleri siğile cok benzese de gerçek siğil değildir ve insan papilloma virüslerinden kaynaklanmazlar. Gerçek siğillerden farklı olarak bu siğil benzeri, zararsız cilt nodüllerinde erken mikroorganizma molluscum contagiosum virüsüdür. Göbekli siğiller vücutta daha çok gruplar halinde yerleşim gösterir. Yetişkinlerde en sık olarak genital bölgede görülür. Çocuklarda ise gövde, yüz, boyun veya koltuk altlarında yerleşmiştir.
SEBOREİK SİĞİLLER
Seboreik siğiller de gerçek siğil değildir. Bunların neden oluştukları tam olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte virüslerden kaynaklanmaz ve bu sebeple de bulaşıcı değildir. Yaşlılarda görülür ve seboreik keratoz olarak da adlandırılır. Yüz, göğüs, sırt, el sırtı, kol ve bacaklarda görülür. Görünümleri çeşitlilik gösterir ve farklı alt tipleri vardır. Tedavisi cerrahi olarak ya da lazerle yapılır.
Siğil tanısı nasıl konulur?
Siğil tanısı doktorlar için normal şartlarda zor değildir. Genellikle sadece siğilin muayenesi ile tanı konulabilir. Ek olarak, çoğu durumda lezyonun şekli, yapısı ve yeri, siğil olup olmadığı ya da hangi türde bir siğil olduğu hakkında bilgi verir.
Ancak, doktor tanıda tamamen emin değilse, cilt nodüllerinden bir doku örneği alarak ve laboratuvarda incelenmesini isteyebilir. Bazı durumlarda, numunedeki etken virüsün tespitine yönelik testler de yapılabilir.
Siğil tedavisi nasıl yapılır?
Normalde siğillerin çoğu vücut için zararlı değildir ve herhangi bir tedavi yapılmadan da haftalar ya da aylar içinde kendiliğinden kaybolur. Fakat kozmetik olarak rahatsız edici ise veya genital bölgede ortaya çıkarsa tedavi edilmesi gerekir. Aynı şey, ayak tabanında bulunan ve yürürken ağrıya neden olan siğiller için de geçerlidir. Aşağıda listelenen bazı durumlarda mutlaka bir doktora görünmek önemlidir;
- Siğilde kanama ya da iltihaplanma varsa
- Atopik dermatit gibi başka cilt hastalıkları ile birlikteyse
- Göbekli siğil olarak bilinen molluskum kontagiosum türünde siğil varsa
Yaş ile birlikte ortaya çıkan seboreik siğiller ile bazı cilt kanseri türleri karışabilir. Bu nedenle bunların zararsız seboreik siğil olduğundan emin olmayan herkes de doktora gitmelidir.
Siğil tedavisinde kullanılan farklı yöntemler ve çözümler vardır. Tercih edilecek tedavi yöntemi siğillerin tipine, boyutuna, sayısına ve konumuna göre değişiklik gösterir. Tedavide sıklıkla salisilik asit çözeltisi içeren ilaçlar, kriyoterapi adi verilen dondurma yöntemi ya da cerrahi işlem uygulanır. Tedavi sonrası bazı kişilerde HPV virüsü pasif duruma geçer ve siğil tekrarlamaz. Bazı bireylerde ise bağışıklık sistemi zayıflığı nedeniyle tekrarlama olasılığı vardır. Bu nedenle tedavi sonrası bağışıklığı güçlendiren önlemlere de başvurulması iyi olacaktır.
Salisilik asit ya da laktik asit içeren ilaçlar
Salisilik asit çözeltileri, siğile birkaç hafta boyunca günde birkaç kez uygulanarak kullanılır. Bunlar krem, cila gibi çeşitli şekillerde üretilir ve bazı formlarında laktik asit de bulunur.
Kriyoterapi tedavisi
Kriyoterapi tedavisinde doktor siğile sıvı azot uygular. Sıvı azot aşırı soğuktur ve üst cilt katmanındaki hücreleri yok eder. Kriyoterapi uygulaması farklı şekillerde yapılabilir. Uygulama sırasında genellikle pamuklu bir çubuk sıvı azotun içine batırılır ve siğil üzerinde birkaç saniye baskı uygulanır. Uygulama haftada en az bir kez siğil tamamen geçinceye kadar tekrarlanır.
Kriyoterapi bazı yan etkilere neden olabilir. Tedavi sırasında ağrı ve sonrasında bazı hastaların cildinde skar adı verilen yara izi ya da renk değişikliği oluşabilir. Diyabetik ayak veya periferik arter hastalığı olan kişilerde siğiller kriyoterapi ile tedavi edilmemelidir. Çünkü örneğin ayaktaki siğile uygulanan tedavi sinir hasarına veya kötü iyileşen yaralara neden olabilir.
Cerrahi tedavi
Bazı siğillerde ilaç ya da kriyoterapi tedavisi işe yaramayabilir. Bu durumda siğil cerrahi olarak çıkarılmak suretiyle tedavi edilir. Lokal anestezi ile bölge uyuşturulduktan sonra siğil, ısıtılmış neşter yardımıyla kesilerek çıkarılır.
- Published in Cinsel yolla bulaşıcı hastalıklar
Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar
Birçok bakteri, virüs, mantar, parazit cinsel yolla bulaşan hastalıklara neden olur. Bu hastalıkların görülme sıklığı bütün dünyada hızla artmaktadır. Bunun nedenleri; Özellikle gelişmekte olan ülkelerde cinsel eğitim programlarının yetersizliği, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde cinsel ilişki yaşının küçülmesi, özellikle evlilik dışı ve/veya öncesi cinsel ilişki ve dolayısıyla cinsel eş sayısında ki artış, seyahat imkanlarının yaygınlaşması , cinsel davranışlarda ki değişiklikler, kondom dışı doğum kontrol yöntemlerinin kullanımında artış, antibiyotiklere direnç nedeniyle tedavide rastlanan zorluklar olarak sıralanabilir.
Riskli gruplar
- Sosyokültürel ve eğitim düzeyi düşük, birden fazla cinsel eşi olan erkek veya kadınlar
- İlaç ve uyuşturucu bağımlıları, paralı ilişkiye girenler
- Önceden geçirilmiş cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü olanlar
- Korunma yöntemi kullanmayan ya da yetersiz korunma yöntemleri kullananlar
- Evlilik dışı cinsel ilişkide bulunanlar
Cinsel yolla bulaşma özelliği olan 25‘ ten fazla mikroorganizma bilinmektedir. Hepatit B ve HIV (AIDS) virüsü gibi bazı ajanlar kanda yoğun olarak bulunmaları nedeniyle cinsel ilişki ile de bulaşabilirler. Dövme, piercing gibi cilt bütünlüğünü bozan uygulamalarla da mikroorganizmalar vücuda girebilirler.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar sık görülmeleri, tanı konmasında yaşanan zorluklar ve tedavi edilmediklerinde yol açtıkları ciddi komplikasyonlar nedeniyle büyük önem taşırlar. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların en önemli komplikasyonu olan ve kadın üreme organlarını tutan pelvik inflamatuar hastalık (PIH) sonucunda tüplerde daralma, kısırlık, dış gebelik gelişebilmektedir. Bazı mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyonlar ise cinsel organlarda değişik kanserlere yol açabilmektedir. Örneğin : Human Papillom virüsü anüs ve genital yassı hücreli kanser gelişiminden sorumludur.
Etken ne olursa olsun en sık rastlanan 3 klinik bulgu cinsel organlardan akıntı, yaralar ve siğillerdir.
Sıklıkla görülen cinsel hastalıklar şunlardır
- HIV (AIDS)
- Hepatit B
- Bel soğukluğu (Gonore)
- Frengi (Sifiliz)
- Klamidya enfeksiyonu
- Mikoplazma enfeksiyonu
- Yumuşak çıban (Şankroid)
- Donovanoz (Granüloma İnguinale)
- Uçuk (Herpes Simpleks virüs enfeksiyonu)
- Siğiller (Genital Kondilomlar, HPV İnsan Papilloma Virüsü)
- Molluskum Kontagiosum
- Trikomonas Vaginalis enfeksiyonu
Korunma ve Tedavi
Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmakta tek ve en etkili yöntem tek eşliliktir. Kondom kullanımı, korunma yöntemleri içinde doğru kullanıldığı takdirde cinsel hastalıklara karşı en etkili yöntemdir ancak kondom kullanımıyla dahi korunmanın mümkün olmadığı cinsel hastalıklar da vardır. (Örn.: Siğiller, uçuk.. vs.)
Kondom kullanımında dikkat edilmesi gereken ayrıntılar vardır. Cinsel ilişkinin başlangıcında ve ilişki sona erinceye kadar kullanılmalı, spermisit içerenler tercih edilmeli, sonrasında bir poşete konularak, poşetin ağzı sıkıca bağlanarak atılmalı ve eller dikkatlice sabunlanmalıdır.
Cinsel hastalıklardan bir kısmı teşhis konduktan sonra ilaçla tedavi edilebilir ancak yakınması ve belirtileri olan kişilerin çoğu sağlık kurumlarına başvurmamaktadırlar. Hastalık birçok kişide de semptomsuz seyrettiği için bu kişiler hem hastalığın farkında olmamakta ve tedavi olmamakta, hem de hastalığı ilişkiye girdikleri kişilere kolayca bulaştırmaktadırlar.
Özellikle seyahatlerde gidilen ülkelerde tanımadığı insanlarla ilişkiye girmek, cinsel hastalıklar açısından çok büyük risktir. Tekrar vurgulamak gerekirse tek eşlilik cinsel hastalıklardan korunmada en güvenli ve masrafsız yöntemdir.
Herhangi bir şekilde hastalığa yakalandığını düşünen ya da şüphelenen kişiler mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurmalı, tetkik ve tedavilerini tam yaptırmalıdırlar. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda tedavinin etkili olabilmesi için eş tedavisi de şarttır.
Cinsel yolla bulaşan hastalıkların çoğu kan veya diğer vücut sıvılarından transfer edildiği için, cinsel ilişki dışında (dövme, traş kazaları vs. gibi) vücut bütünlüğünü bozabilecek durumlara karşı da seyahat esnasında çok dikkatli olunmalı ve gerekiyorsa güvenli yerler tercih edilmelidir.
- Published in Cinsel yolla bulaşıcı hastalıklar, Üroloji
Sistit nedir? Sistit tedavisi nasıl olur?
Sistit hem kadınlarda hem erkeklerde görülen bir hastalıktır. Toplumda görülme sıklığı oldukça yaygın olan bu rahatsızlık gösterdiği rahatsızlık verici semptomlarla kişiye huzursuzluk hissi verir.
Sık idrara çıkma, idrarda kan olmasına bağlı pembe idrar yapma, damlalar halinde idrar yapma, aniden sıkışma hissi, genital bölgede rahatsızlık hissi, idrar kaçırma, idrar sırasında yanma ve acı hissetme yaygın görülen belirtiler arasındadır.
Tedavi edilmediği sürece belirtilerini şiddetlendirerek gösteren bu rahatsızlık, özellikle kadınlarda çok daha sık görülmektedir.
Rahatsızlığın farklı oluşum nedenleri vardır. Bunun yanı sıra hastalığa neden olan bir diğer neden de doğru bilinen yanlışlardır. Halk arasında idrar yolu enfeksiyonu olarak da bilinen bu rahatsızlık kimi zaman yanlış bilinen bilgiler yüzünden görülebilmekte, zaman içinde sık sık tekrar edebilmektedir.
İdrar yollarının iltihaplanması anlamına gelen sistit, idrar yolları ve üreme sisteminde en sık görülen hastalıklardan biridir. Görülme oranı kadınlarda çok daha yüksek olan sistite, kadınların en az yüzde 20’si, yaşamları boyunca en az bir kez yakalanır. Zamanında tedavi edilmezse böbrekleri de etkileyecek biçimde yayılabilen bir hastalık olan sistit, mesane ve böbreklerde kalıcı hasarlarda oluşturabilir.
İdrar yollarının iltihaplanması anlamına gelen sistit, idrar yolları ve üreme sisteminde en sık görülen hastalıklardan biridir. Görülme oranı kadınlarda çok daha yüksek olan sistite, kadınların en az yüzde 20’si, yaşamları boyunca en az bir kez yakalanır. Zamanında tedavi edilmezse böbrekleri de etkileyecek biçimde yayılabilen bir hastalık olan sistit, mesane ve böbreklerde kalıcı hasarlarda oluşturabilir.
- İçindekiler
- Sistit belirtileri nelerdir?
- Sistit teşhisi nasıl konur?
- Sistit nedenleri nelerdir?
- Sistit tedavisi nasıldır?
- Sistitten korunma yolları nasıldır?
- Sistit hastalığının gidişatı
- Erkeklerde sistit
- Sistit teşhisi
- Sistitte ilaç tedavisi
- Sistit hakkında bilmeniz gerekenler
Sistit belirtileri nelerdir?
- İdrar yaparken yanma ve sızı(İdrar yaptıktan sonrada sürebilir),
- Sık idrara çıkma,
- Ağrının kasıklara ve makata yayılması,
- Ateş,
- Terleme,
- Yorgunluk,
- Kusma ve bulantı,
- İdrarın bulanık, kötü kokulu olabilir.
- Cinsel ilişki esnasında ağrı hissi olabilir.
Sistit teşhisi nasıl konur?
Bir ürolog şikayetlerin tarifine ve testlere dayanarak teşhis koyabilir. Bu testler idrar analizleri, sistoskopi (özel bir aletle üretra ve mesanenin gözlenmesi) ve damar içi pylogram denilen özel bir röntgen çekimini kapsar. Bu tetkikler özellikle enfeksiyona zemin hazırlayan faktörleri araştırmak için yapılır. Enfeksiyona neden olan bakteriyi tanımlayabilmek için de idrar kültürü gerekebilir. Sistit hemen ve uygun şekilde tedavi edilirse önemli bir hastalık değildir. Sistit ve altında yatan neden tedavi edilmezse, kronik ve insanı zayıf düşüren bir şekle girer.
Sistit nedenleri nelerdir?
Normalde bakteriler; üreme organları ve anüs bölgesinde yaşamaktadırlar. Bazen bu bakteriler alt idrar yollarını aşarak mesaneye ulaşırlar. Mesaneye ulaşan bakteriler işeme ile dışarı atılırlar. Ancak mesaneye gelen bakteri sayısı atılandan fazla ise mesanede ve daha sonraki aşamada böbreklerde iltihaplanmaya yol açarlar.
Bulaşma cinsel birleşme esnasında veya genital temizliğin az olduğu durumlarda oluşabileceği gibi uzun süre idrar tutulması, idrar yollarını daraltıcı hastalıklar, menopozda düşük östrojen seviyesi nedeniyle de oluşabilir.
Kadınlarda uretra erkeklerinkinden çok daha kısa olduğu için dış ortamdan bakterilerin mesaneye ulaşması daha kolaydır. Bu nedenle kadınlarda sistitlerin görülme oranı çok daha fazladır. Kadınların en az yüzde 20’si yaşamları boyunca bir kez sistite yakalanırlar.
Nadir de olsa sistiti oluşturan bakteriler böbrek ve idrar yolları aracılığı ile yukarıdan aşağıya veya yakın dokulardaki enfeksiyon odaklarından lenf yoluyla da mesaneye ulaşabilirler.
Sistitin en sık rastlanılan sebebi Escherichia coli ( E.coli, koli basili) adlı mikroorganizmadır. Bu bakteri kalın barsaklarda normal olarak bulunabilir ve cinsel ilişki ile mesaneye ulaşabilir.
Sistit tedavisi nasıldır?
Sistitler antibiyotikler ile tedavi edilir. Tedaviye başlamadan önce idrar kültürü ve antibiyogram için örnek alınmalı, sonuçlar çıkıncaya kadar idrar yolları enfeksiyonlarında etkili antibiyotikler kullanılmalı, antibiyogram sonuçlarına göre gerekirse bu ilaçlar değiştirilmelidir. Kronik enfeksiyonlarda tedavi uzayabilir.
Sistitten korunma yolları nasıldır?
- Tuvaletten sonra önden arkaya doğru silinin. Böylece vajinal ve rektal bölgenizdeki bakterilerin idrar yollarına girmesini engellemiş olursunuz.
- İdrarınızı tutmayın. Mümkün olabildiği kadar sık idrarınızı yapın. Böylece mesanedeki bakterileri dışarı atarsınız.
- Cinsel ilişkiden sonraki on dakika içerisinde idrarınızı yapmaya çalışın.
- Cinsel ilişki esnasında yeterli kayganlığın sağlanması uretranın zedelenmesini azaltacaktır.
- Anal ilişkiye giriliyorsa daha sonra vaginal bölgeye temas edilmemeli veya edilecekse iyice temizlenilmelidir.
- Gün boyunca bol su içilmesi (mümkünse günde 8 bardak) idrar çıkışını ve dolayısıyla da bakterilerin atılımını arttıracaktır.
- Kahve, çay, alkol gibi içecekleri mümkün olduğu kadar az tüketin. Mesane üzeride irrite edici etkileri olabilir.
- Genital bölgenizin uzun süre nemli kalmasına izin vermeyin. Naylonlu, sıkı iç çamaşırları giymeyin. Nem, bakterilerin üremesini kolaylaştırıcı bir ortam yaratır.
- Her gün mutlaka iç çamaşırınızı değiştirin ve pamuklu iç çamaşırları kullanın.
Erkeklerde sistit
- Uretranın uzunluğu nedeniyle, erkeklerde sistitin genellikle başka nedenleri vardır. İdrar yoluna baskı yapan büyümüş bir prostat gibi.
- Sık veya acil idrar yapma ihtiyacı,
- Bulanık, kötü kokulu, kanlı idrar (bazen),
- Hafif ateş (bazen).
Sistit erkeklerde çok görülen bir rahatsızlık değildir. Tedavisi kolaydır, tekrarlamasını önlemek için altında yatan nedenin de tedavi edilmesi gerekir.
Sistit teşhisi
Bir ürolog şikayetlerin tarifine ve testlere dayanarak teşhis koyabilir. Bu testler idrar analizleri, sistoskopi (özel bir aletle uretra ve mesanenin gözlenmesi) ve damar içi pylogram denilen özel bir röntgen çekimini kapsar. Enfeksiyona neden olan bakteriyi tanımlayabilmek için de idrar kültürü gerekebilir. Sistit hemen ve uygun şekilde tedavi edilirse önemli bir hastalık değildir. Sistit ve altında yatan neden tedavi edilmezse, kronik bir hal alabilir.
Sistitte ilaç tedavisi
Sistite neden olan enfeksiyonla mücadele edebilmek için antibiyotik verilir. Altındaki sebep için ilave ilaç veya ameliyat gerekebilir.
Kadınların kabusu sistit hakkında bilmeniz gerekenler
Kronik Sistit Nedir ve Neden Olur?
Kronik sistit idrar yollarında görülen bu enfeksiyonun belli aralıklar ile seyir etmesi anlamını taşır. Özellikle kadınlarda yaygın olarak görülen kronik sistit, çoğu zaman doğru bilinen yanlışlar yüzünden ya da tedavinin tam anlamı ile tamamlanamamasından tekrar tekrar ortaya çıkmaktadır.
Bu rahatsızlığın tedavisinde atılacak ilk adım kesinlikle doktora danışmak olmalıdır. Uzman üroloji doktorunuz ile yapacağınız görüşmede rahatsızlığa neden olabilecek durumları detaylıca sormak, durumun tekrarlamasına neden olan etkeni tespit etmek açısından gerekmektedir. Zira rahatsızlık, yapılan yanlış bir uygulama sonucu kendini tekrar tekrar gösteriyor olabilir.
Kadınlar arasında doğru olduğu zannedilerek yapılan bazı eylemler, bu rahatsızlığın oluşumunda büyük rol oynar. En sık yapılan yanlış, vajinal temizliktir. Temizlik her ne kadar rahatsızlığa yakalanmama açısından büyük rol oynasa da yüz ya da vücut için üretilen ürünlerin bu bölgede kullanılması bölgeye olumsuz yönde etki eder.
Vajinal Temizlik Sistit İçin Bir Etken Midir?
Sistit vajinal temizlik ile doğrudan ilintilidir. Genital bölgenin pis olması, bölge üzerinde bakterilerin normalden fazla üremesine neden olur. Bu da zaman içinde kadınlarda idrar yolları iltihabına yol açar. Buna karşın vajinal temizliği bilinçsiz ya da sık aralıklarla tekrarlamak da aynı şekilde sistite neden olabilmektedir. Burada önemli olan husus vajen florasını bozmadan temizlik yapmaktır.
Pek çok kadın arzu ettiği vajinal temizliğe sahip olabilmek için sabun, duş jeli ya da şampuan gibi kimyasal temizlik ürünlerini vajina temizliğinde kullanır. Bu ürünlerin PH dengesi, çoğu zaman vajina florası için uygun değildir. Sistemi savunmasız bırakan bu durum; elbette idrar yollarında iltihaba bağlı enfeksiyon oluşumunu tetikleyecek, sistite uygun ortam hazırlayacaktır.
Bu durumdan kaçınmak için kadınlar genital bölge için özel üretilmiş temizleyicileri tercih etmeli, bu tarz ürünleri temin edemiyorsa duru su ile temizliği sağlamalıdır.
Temizlik sonrası genital bölgeyi iyice kurulamak mantar ve enfeksiyon riskini de büyük ölçüde azaltacaktır.
Vajinal Tahriş Sistit İçin Bir Etken Midir?
Sistit vajinal tahriş sonucu oluşabilmektedir. Bunun nedeni oldukça hassas bir yapıya sahip olan vajinanın tahriş sonucu enfeksiyon riskinin artmasıdır. Tahriş sonucu bakteri üretiminden daha çok etkilenen vajina ayrıca şişeceği için de rahatsızlığın oluşumuna uygun ortam hazırlayacaktır.
Buna karşın her vajinal tahriş idrar yolu iltihabı anlamına gelmez. Genital bölgede görülen tahriş, tek başına sistitle oldukça benzer semptomlar sergiler. Kaşıntı, yanma, rahatsızlık hissi ve idrar yapma alışkanlığında / şeklinde görülen değişimler enfeksiyon olmaksızın vajinada görülen tahriş ile ortaya çıkabilir.
Bu durumu ayırt etmek ve doğru tedavi yöntemini izlemek için kişi mutlaka bir doktora danışmalıdır. Hasta; doktorun önerdiği idrar testi ve muayeneden geçmeli, bulguların göz önüne alındığı doğru tedavi yöntemini önerilen dozda, önerilen aralıklar ile sürdürmelidir.
Böbrek Taşı Sistit e Neden Olur Mu?
Sistit böbrek taşı ile ilintili midir şeklinde sorulan sorular özellikle rahatsızlığın kronik boyutlara ulaştığı durumlarda sorulmaktadır. Rahatsızlığın kullanılan ilaçlara rağmen geçmemesi kişinin zihninde bu tarz soruları oluşturur, kişiyi rahatsızlığın oluşumunda farklı bir neden aramaya iter.
Nadiren de olsa idrar yolları enfeksiyonu ilerleyerek böbreklere ulaşabilir. Bunun nedeni böbrek taşlarının yabancı cisim olması ve üzerine bakterilerin rahat tutunabilmesidir. Bu durum piyelonefrit dediğimiz böbrek iltihabına yol açarak kişi için olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Böbreğe kalıcı hasarlar bırakabilen bu durum taş oluşumuna yatkınlık taşıyan kişiler için ayrıca tehlike arz etmektedir. Zaman içinde hastada böbrek yetmezliğine neden olabilecek enfeksiyon derhal doktor müdahalesi ile kontrol altına alınmalıdır. Unutulmamalıdır ki böbrek kendini yenileyen bir organ değildir. Böbreğin algığı her darbe, hasta için kalıcı hasar demektir.
Vajinal Kuruluk Sistit e Neden Olur Mu?
Sistit vajinal kuruluk sonucu ortaya çıkabilmektedir. Genital bölgenin sürekli nemli kalması kadınlarda görülen bu tarz sorunları arttırsa da bazı durumlarda bunun aksi söz konusudur.
Cinsel birleşme sırasında kadın genital bölgesi ıslak olmalıdır. Normal şartlar altında kadınlarda uyarılma ile belli bir ıslaklık meydana gelse de kimi zaman psikolojik nedenlerden kimi zaman da kullanılan ilaçlar gibi çevresel etkenlerden ıslanma meydana gelmez. Bu gibi durumlarda partner vajinayı ıslatarak kayganlaştırmadan birleşme sağlarsa sürtünmeye bağlı olarak vajen duvarlarında hasar meydana gelebilir. Vajinal tahrişe neden olan vajinal kuruluk sonucu da elbette enfeksiyon oluşumu görülebilmektedir.
Bu gibi bir durum nedeni ile tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonunuz varsa eczane ya da market gibi yerlerde edinebileceğiniz kayganlaştırıcılar soruna çözüm olacaktır. Pek çok farklı marka altında satılan bu kayganlaştırıcılarda dikkat edilmesi gereken nokta alerjik reaksyonlardır. Bunun dışında bu tür ürünlerin kullanımı kuruluk nedeni ile seks sırasında ve sonrasında sorun yaşayan kadınlara önerilmektedir.
Sistitten Nasıl Korulunur / Korunma Yolları Nelerdir?
Sistitten nasıl korulunur, sistitten korunma yolları nelerdir gibi sorulardan önce bu rahatsızlığın ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu anlamak gerekir. Oluşum şu nedenlere bağlı olarak ortaya çıkar.
- Bilinçsiz gerçekleştirilen vajinal temizlik
- Seks sırasında vajinanın kuru olması
- Vajinal temizliğin aksatılması
- Yetersiz su tüketimi
- Vajinal tahriş
- Böbrek ya da üreter sistemde bulunan taşlar
- Günlük ped kullanımı
- Yanlış çamaşır seçimi
Bu oluşum süreçlerini göz önünde bulundurulduğunda korunma yolları oldukça ortadır. Bu yollar aşağıdaki gibidir.
- Genital bölgeye yüz – vücut için üretilmiş temizlik ürünlerini uygulamamak
- Sık sık külot değiştirmek
- Pamuklu külot giymek, naylonlu külotlardan sakınmak
- Günlük ped kullanımı kontrol altına almak
- Tuvalet sonrası temizliği önden arkaya doğru yapmak
- Seks dışındaki durumlarda genital bölgeyi kuru tutmak
- Seks sırasında genital bölgeyi uygun biçimde kayganlaştırmak
- Bol bol su içmek
- Genital akıntıları kontrol altında tutmak
Sistit İçin Bitkisel Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Bitkisel sistit tedavisi, kronikleşmiş idrar yolu enfeksiyonuna bir çözüm üretmek isteyen hastalarca merak edilen bir konudur. Nedeni belirlenemeyen ve ortadan kaldırılamayan durumlarda sıklıkla tekrar eden enfeksiyon, kişinin medikal ilaçlara olan inancını yitirmesine neden olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da ortaya çıkan alternatif tedavi yöntemleri arayışı akıllara bu tip sorular getirmektedir.
İdrar yolu enfeksiyonu için uygulanacak bitkisel tedavi tek başına yeterli olmayacaktır. Bu tür alternatif tedavileri medikal ilaca destek olması amacı ile yine doktor kontrolü altında sürdürmek büyük önem taşır.
Cranburry ekstresi, maydanoz sapı suyu gibi içeceklerin tüketimi henüz bilimsel olarak kanıtlanmasa da koruyucu olabilmektedir. Ayrıca yanma ve acı hissine karşı bölgenin dış kısmına yoğurt ya da sirke sürümü oldukça yaygındır. Uzman bir üroloji doktoru olarak yiyecek ve içeceklerin bu bölgeye sürülmesini kesinlikle tavsiye etmiyorum. Buna karşın duş sırasında su ile seyreltilmiş elma sirkesi ile genital bölgeyi durulamak bakteri oluşumunu büyük ölçüde kesebilmektedir. Bu noktada sık aralıklarla olmamak kaydı ile kadınlar duş sırasında su ile seyreltilmiş sirke ile genital bölgesinin “dış” kısmını yıkayabilir.
Sistit Tedavi Edilmezse Böbrek Yetmezliğine Neden Olur Mu?
Sistit tedavi edilmez ise böbrek yetmezliğine neden olur mu sorusunun cevabı her zaman olmasa da bazı zamanlar için evet olabilir. İltihabın yayılması ile böbreğe ilerleyen iltihap böbrek iltihaplanmasına yol açabilmektedir. Böbrekte görülen bu durum zaman için işlev bozukluklarına neden olabilmektedir. Tıpkı çorap söküğü gibi birbirini tetikleyecek bu durum, zaman içinde kişiyi diyaliz makinesine mahkum edebilir ve hatta geri dönüşü olmayan ölümle sonuçlanabilir.
Bu noktada hasta öz vajinal enfeksiyon ve akıntıların işeme kanalına çok yakın olması nedeni ile sıklıkla meydana gelebilen sistitin tedavisi büyük ölçüde önemlidir. Hasta bu tarz geri dönüşü olmayan sonuçlarla yüzlememek için belirtileri ciddiye almalı, uzman bir doktora danışmalı, doktorun önerdiği test ve muayenelerden geçmelidir. Tüm bunun sonucunda hasta doktorun önerdiği ilaçları önerilen dozlarda ve zaman aralıklarında eksiksiz kullanmalıdır.
Benign Prostat Hiperplazisi (Prostat Büyümesi)
BPH (Benign Prostat Hiperplazisi)
Öncelikle prostatı bir hastalık olarak tanımlamak yanlıştır. Prostat tüm erkeklerde anne karnından itibaren var olan göz, kulak, karaciğer gibi bir organdır. Erkekte meninin sıvı kısmını yapımından sorumludur.
Prostatın bulunduğu konum ve yapısı itibarı ile büyüme ister iltihap, ister kanser isterse de yaşla beklenen normal büyüme olsun şikayetler hep benzer şekilde gelişir.
Benign Prostat Hiperplazisi’de Şikayetler Nelerdir?
Prostat hastalıklarında genellikle karşımıza çıkan şikayetler;
- Sık idrara çıkma
- Yavaş hızda idrar yapma
- İdrar yapmada zorlanma
- İdrarın çatal olması
- İdrar yaparken yanma
- İdrar yaptıktan sonra mesaneyi tam boşaltamama hissi
- Gece idrara kalkma olarak sayılabilir.
Benign Prostat Hiperplazisi nasıl teşhis edilir?
Prostat büyümesi: benign büyüme, iltihap, kanser nedeniyle oluşabilir. Ayrımın yapılması için bazı tetkik ve muayeneler vardır.
Hastaların tümüne, yaşları ne olursa olsun makattan prostat muayenesi ilk basamak olarak yapılması gereken muayene yöntemidir.
Bundan sonra tam idrar tahlili ve PSA (prostat spesifik antijen) adı verilen kan tahlili ile, hastanın üre ve kreatinin değerlerinin ölçülmesi gerekir. PSA kan tahlili kanser için tek belirleyici olmasa da kanser taramasında yardımcı olan önemli bir ön testtir. Eğer hastanın yaşı 70 in üzerinde ise ve muayenesi normal ise bu test de istenmeyebilir.
Prostatın büyüklüğü ultrasonografi ile değerlendirilebilir.
Yine, hastalar için son derece zahmetsiz olarak, işeme hızının üroflowmetri adı verilen bir bilgisayarlı ölçüm sistemi ile ölçülmesi prostata bağlı tıkanıklığın derecesi konusunda bilgi verir.
Muayenesinde, PSA ölçümlerinde ve/veya her ikisinde birden bir bozukluk olan hastalarda hangi tip büyümenin olduğunun ayırt edilmesinde tüm dünyada kabul edilen altın standart, prostattan özel aletlerle ultrasonografi eşliğinde biyopsi alınarak, örneğin patolojik olarak incelenmesidir. Bu işlemin deneyimli bir merkez tarafından yapılması hastalara uygulanacak tedavinin düzenlenmesinde büyük rol oynar.
Normal Prostat büyümesi (BPH) sı olan hastaların tedavisi nasıl yapılmaktadır?
Normal prostat büyümesi erkeklerde 50 yaş sonrasında vücutta meydana gelen hormonal değişiklikler sonucunda oluşur. İnsan yaşam kalitesini ciddi olarak etkileyebilecek bir sorundur. Büyüme sonucu yaşanan sorunlar kişiye özgü olarak ortaya çıktığından prostat büyümesinin tedavisi ne sadece doktorun ne de hastanın karar verebilecekleri bir durumdur. Burada hastaların şikayetlerinin iyi değerlendirilmesi son derece önemlidir.
Tedavi planlanmasında tüm dünyada yapılan çalışmaların bir örneği olarak ülkemizde de hasta şikayetlerinin daha bilimsel olarak anlaşılabilir hale gelmesi ve yaşam kalitesinin ne kadar etkilendiğinin değerlendirilmesi için standart soru formları kullanılır. Bunlardan en sık kullanılanı Uluslararası Prostat Semptom Skoru (IPSS) dir.
IPSS testi hasta tarafından doldurulur ve hastalığa bağlı şikayetlerin derecesini, şeklini doktora sayısal veri olarak verir. Elde edilen değerler az, orta, şiddetli olarak değerlendirilir. Hastanın yaşı, eşlik eden hastalıkları, kalp, tansiyon, şeker hastalığı gibi, hastanın yaşam şekli ve beklentileri değerlendirilerek tedavi seçenekleri hastalara iyi ve kötü yanları ile anlatılır ve doktor-hasta etkileşimi ile tedaviye birlikte karar verilir.
Prostat büyümesi nasıl ameliyat edilir?
Prostat ameliyatları iki ana başlık altında yapılmaktadır; açık ve kapalı ameliyatlar. Açık prostat ameliyatları günümüzde BPH için daha az kullanılan ameliyat teknikleridir; bu ameliyat tekniği ekseriya büyük prostatı olan hastalarda tercih edilmektedir. Bunun nedeni hastada yara izi bırakması, sondalı kalma süresinin daha uzun olması ve daha fazla yan etki oluşturmakta olmasıdır.
Kapalı prostat ameliyatları
(TUR)
Kapalı prostat ameliyatları kendi içinde değişik şekillerde gerçekleştirilebilmektedir. En başta tüm dünyada yıllardır kabul edilmiş olan TUR (transüretral rezeksiyon) yöntemi gelir. Burada hasta anestezi aldıktan sonra idrar borusundan bir endoskop ile girilir, tıkanıklık yapan prostat dokusu kesilerek küçük parçalar halinde dışarı çıkarılır. Bu yöntemde hastalar açık ameliyata göre çok daha erken dönemde sondadan kurtulurken daha rahat kendini toparlayabilmektedir.
Prostatın Buharlaştırılması
Yine endoskopik olarak idrar borusundan girilerek yapılan bir başka teknik ise prostatın buharlaştırılmasıdır. Burada prostat içerisine odaklanmış yüksek enerji verilerek çoğunluğu su olan prostat dokularının buharlaşması sağlanır. Buharlaştırma ameliyatları 1990’lardan itibaren değişik aletler ve enerji kaynakları kullanılarak gerçekleştirilmektedir.
BPH ve BPH ameliyatları ile cinselliğin ilişkisi nedir?
BPH şikayetlerinin cinsel hayatı genel olarak kötüleştirdiği birçok çalışma ile kanıtlanmıştır. BPH nedeni ile ilaç tedavisi alan ve şikayetleri azalan hastaların cinsel yaşamlarında da iyileşme olduğu görülmektedir. Cinsel hayatı aktif olarak devam eden erkeklerde ilaç tedavisi öncelikli olmalıdır. Ancak hastaların ürolojik takiplerinin düzenli bir şekilde yapılması da son derece önemlidir.
Ameliyat sonrası için, hastalara mutlaka cinsellik ile ilgili bilgi verilmelidir. Sonuç olarak prostat erkeklerdeki seks bezlerinden birisidir ve yapılan her türlü müdahalenin cinsel işlevler ile ilgili sorun çıkartma ihtimali vardır. Kayıplar sadece ereksiyon kaybı olarak değil boşalma bozuklukları olarak da ortaya çıkabilir.
Hastalar, boşalma hissi olmasına karşın meninin gelmemesi, kanlı meni gelmesi gibi sorunlarla da karşılaşılabilir. Bunların hastalara detaylı olarak anlatılması ve nedenlerinin açıklanması gerekir.
BPH (Benign Prostat Hiperplazisi) Belirtileri
Prostat büyürken idrar yolunu tıkayarak idrar akışını engellemeye baslar. Tıkanıklığın derecesine bağlı olarak hastalarda idrar yapmayla ilgili bazı şikayetler görülür.Prostat büyümesinin belirtileri şunlardır:
- İdrar akım şiddetinin azalması,
- İdrarı başlatmakta güçlük yaşanması,
- İdrar yaparken kesinti olması,
- İdrarı tam boşaltamama hissi,
- Sık sık idrara çıkma hissi,
- Ani sıkışma atakları,
- İdrar kaçırma,
- İdrarda çatallanma ve gece idrara çıkma.
Benign Prostat Hiperplazisi (Prostat Büyümesi) Tedavi Yöntemleri
Prostat büyümesi durumunda genellikle mesane tam olarak boşaltılamadığından içeride kalan idrar, tekrarlayan enfeksiyonlara ve böbrek fonksiyonlarında kalıcı bozulmaya yol açabilmektedir.
Aynı zamanda prostat büyümesi sebebiyle görülen şikayetler, hastaların hayat kalitesini oldukça düşürmektedir. “Prostat büyümesi tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.”
Prostat büyümesinde (BPH) ilaç tedavisine yanıt vermeyen, ilaç tedavisine başlangıçta yanıt veren anca zamanla ilacın yetersiz hale geldiği ve yan etkileri sebebiyle ilaç kullanamayan hastalara prostat ameliyatıyla tedavi uygulanabilir.
Ayrıca prostat büyümesine bağlı olarak; mesanesinde taşı olan, idrar yolundan tekrarlayan kanamaları olan, sık idrar yolu iltihabı geçiren ve idrarını hiç boşaltamayan hastalarda da prostat ameliyatı ile tedavi planlanmalıdır.
Prostat ameliyatı yöntemi belirlemede hastanın yaşı, kullandığı ilaçlar, ek hastalıkları ve prostat büyüklüğü dikkate alınır.Prostat büyümesi tedavisinde kullanılan yöntemleri şunlardır
- Medikal (İlaçla) Tedavi
- Prostat Ameliyatı
- Klasik Cerrahi Yöntemler
- Lazerli Cerrahi Yöntemler
Prostat büyümesinin tedavisinde prostat ilaçları kullanılabilir. Bu ilaçların, her ilaç kullanımında olduğu bazı yan etkileri vardır. Bunun yanı sıra ilaç tedavisine başlanan hastaların bir kısmında ilerleyen dönemde ilaç tedavisinin yetersiz kalması sebebiyle prostat ameliyatı gerektiği gösterilmiştir
Prostat Ameliyatı
- Klasik cerrahi (TUR-P ve Açık Prostatektomi)
- Lazerli prostat ameliyatı (Greenlight lazer ve Holmium Lazer – HOLEP gibi) şeklinde uygulanabilir.
Açık Prostatektomi
Prostat büyüklüğü 100 gr. ve üzeri olan hastalarda ise açık prostat ameliyatı uygulanabilmektedir. Bu ameliyatta hastanın cilt ve cilt altı dokularıyla birlikte idrar torbası da açılır ve parmak yardımıyla prostat çıkarılır.
Bu ameliyat esnasında kanama oranları oldukça yüksek olduğundan sıklıkla kan desteği gerekebilmektedir. İşlem sonrası hastanın en az 1 hafta sondalı kalması gerekmektedir. Ayrıca hastanede kalış süresi diğer yöntemlere göre daha uzundur.
Ürolojide lazerin kullanılmaya başlaması ile birlikte prostat cerrahisinde de lazer kullanılarak cerrahi operasyonlar yapılmaya başlanmıştır.
Prostat Büyümesi (BPH)’nin Cerrahi Tedavisinde Kullanılan Lazerli Yöntemler Nelerdir?
Prostat cerrahisinde lazer yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöntemler Greenlight lazer, fotoselektif prostat vaporizasyonu (PVP); Thulium lazer ile prostat enükleasyonu (ThuLEP), thulium lazer ile prostat rezeksiyonu (TmLRP), diode lazer ile prostat enekülasyonu (DiLEP), diode lazer ile prostat vaporizasyonu (DiLVP), holmium lazer ile prostat rezeksiyonu (HoLRP) ve holmium lazer ile prostat enükleasyonu (HoLEP)’dir.
GreenLight Ameliyatları Nasıl Yapılır?
GreenLight ameliyatında prostat dokusu lazer enerjisiyle buharlaştırılır. Prostat dokusu buharlaşarak yok edildiğinden hastadan genellikle patolojik örnek alınamaz.
HoLEP Nedir?
HoLEP, idrar kanalından girilip holmium lazer kullanılarak gerçekleştirilen bir prostat ameliyatı yöntemidir. Bu yöntem kapalı olarak gerçekleştirilmesine rağmen açık prostat ameliyatına benzer bir metotla prostatın tamamı alınır. Ameliyat sırasında spinal anestezi yeterli olmaktadır.
HoLEP Ameliyatları Nasıl Yapılır?
HoLEP yöntemi “Elektrik enerjisi ile yakma” yerine “lazer ile ayırma” prensibiyle yapılır. Bu yöntem kapalı olarak gerçekleştirilmesine rağmen açık prostat ameliyatına benzer bir metotla prostatın tamamı alınır. Ameliyat sırasında spinal anestezi yeterli olmaktadır. Prostat dokusu tam olarak çıkarıldığından hastalığın yineleme riski çok düşüktür.
HoLEP Ameliyatı İçin Hangi Hastalar Uygundur?
Prostat hastalığına cerrahi tedavi düşünülen bütün hastalar HoLEP için uygun aday sayılabilirler. Bu yöntem prostat boyutundan bağımsızdır yani tüm prostat boyutlarında uygulanabilir.
”Elektrik enerjisi ile yakma” yerine “lazer ile ayırma” prensibiyle yapıldığı için sondası çekilen hasta idrar yaparken yanma hissi (disüri) yaşamaz.
Düşük kanama riski, kısa hastanede yatış süresi ve hızlı iyileşme süreci gibi özellikleriyle hastalar 24 saat gibi kısa bir sürede hastalar sondalarından kurtulur ve normal hayatlarına hızlı dönüş yapabilirler.
Sağlıklı dokuya etkisi 0.4 mm’ den daha az olduğu için prostat kapsülü etrafından geçen ve cinsel fonksiyonları düzenleyen sinirlere hasar vermez. Bu sebepten hastalarda ameliyat sonrası sertleşme problemi beklenmez.
Ameliyatla çıkarılan dokularda yanma defekti oluşturmadığı için doku patologlar tarafından daha rahat incelenmekte ve olası kötü huylu oluşumların (malignite) gözden kaçma ihtimali azalmaktadır.
Prostat dokusu tam olarak çıkarıldığından hastalığın yineleme riski çok düşüktür.
Prostatın İlaçla Tedavisi
Prostat büyümesi tedavisinde kullanılan bazı prostat ilaçları mevcuttur:
Alfa reseptör blokörleri, 5- alfa-redüktaz inhibitörleri ve fosfodiesteraz-5 inhibitörleri BPH tedavisinde kullanılan prostat ilaçlarıdır. Farklı etki mekanizmalarına sahip olan bu ilaçlar bazen bir arada da (kombine) kullanılabilir. Fakat her ilaç kullanımda olduğu gibi prostat büyümesinin ilaç tedavisinde kullanılan bu ilaçların da bazı yan etkileri mevcuttur.
Prostat ilaçları sıklıkla tansiyon düşüklüğü, halsizlik ve meni gelişinin azalması (retrograd ejekülasyon) gibi şikayetlere sebep olur. Ayrıca ilaç tedavisine başlanan hastaların bir kısmında ilerleyen dönemde prostat ameliyatı gerektiği gösterilmiştir.
- Published in Benign Prostat Hiperplazisi, Üroloji
Prostatit – Prostat İltihabı Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?
Prostatit Ne Demek?
Prostatit (prostat iltihabı), prostat bezinin iltihaplanmasıdır. Acı ve rahatsızlık verici olabilir ancak tedavisi vardır. Prostat iltihabının bir tipinde tedavi gerekmezken, diğer tiplerinde ilaç tedavisi ile iltihabın giderilmesi amaçlanır.
Prostatit – Prostat İltihabı Nedir ?
Prostat mesanenin altında, rektumun önünde yerleşmiş üreme sisteminin önemli bir organıdır. Prostatit (prostat iltihabı), prostat bezinin iltihaplanmasıdır. Acı ve rahatsızlık verici olabilir ancak tedavisi vardır. Prostat iltihabının bir tipinde tedavi gerekmezken, diğer tiplerinde ilaç tedavisi ile iltihabın giderilmesi amaçlanır.
Prostatit en basit tanımıyla, prostat bezinin iltihaplanmasıdır.3 50 yaşın altındaki erkeklerde en sık karşılaşılan üreme sistemi hastalığıdır. Yapılan araştırmalara göre prostat iltihabı, tüm yaş ve etnik kökendeki erkeklerin %10-14’ ünü etkilemektedir ve erkeklerin %50 ‘den fazlası hayatlarının bir noktasında prostatit atağı geçirmektedir
Prostatit – Prostat İltihabı nasıl anlaşılır?
Büyüyen prostat idrar akımını zorlaştırdığı için hastalarda idrar yaparken zorlanma, tam idrar yapamama, gece sık idrara çıkma, idrar yapıp rahatlayamama, yeniden idrar yapma hissi, idrar yapmaya başlamada zorlanma, kesik kesik yapma ve idrar kaçırma gibi birtakım yakınmalara yol açar. Bazen idrarda kanama, sık idrar yolu enfeksiyonu, tam tıkanma, idrar kesesinde taş oluşumu ve çok ihmal edilmesi durumunda böbrek fonksiyonunda bozulmalara yol açarak yaşamı tehdit edici durumlara yol açabilir. Prostat büyümesi ciddi şekilde hayat konforunu azaltan bir rahatsızlıktır.
Erkekte Prostatit – Prostat İltihabı Belirtileri
Prostat kanseri belirtilerini genel olarak sıralamak gerekirse şu şekilde belirtebiliriz:
- 1-İdrar yaparken veya boşalma sırasında meydana gelen güçlük.
- 2- İdrar yaparken kesik kesik ve zayıf akması
- 3- Mesanenin dolu olduğu hissi.
- 4- Özellikle geceleri daha sık idrara çıkma ihtiyacı
- 5- İdrar sızıntısı
- 6- İdrarda kan.
Prostat iltihaplarında en sık görülen şikayetler idrarda yanma, idrarın tam boşalmadığı hissi, apış arasında dolgunluk hissi ve yumurtalıklarda ağrıdır. Bazen idrarda kesiklik, sık idrara gitme, menide yanma, ateş, idrarda tıkanma ve kasıklarda ağrı olabilir. Erken boşalma, sertleşme bozukluğu ve cinsel isteksizlik görülebilir.
Prostat İltihabı Belirtileri Nelerdir?
Akut bakteriyel prostatiti olan hastalarda:
- Belirtiler genellikle ani ortaya çıkar ve çok şiddetlidir.
- Hastalar genellikle acil servise başvururlar.
En belirgin belirtiler;
– Yüksek ateş, üşüme-titreme
– İdrar yaparken şiddetli yanma hissi
– Mesaneyi tam boşaltamama hissi
Kronik bakteriyel prostatiti olan hastalarda:
- Belirtiler akut bakteriyel prostatite benzer; fakat yüksek ateş yoktur.
En belirgin belirtiler;
– İdrar yaparken yanma hissi
– Sık idrara çıkma ihtiyacı
– Geceleri idrara çıkma ihtiyacı
– Perine (testislerle, makat arasında kalan bölge) bölgesinde, testislerde (yumurtalıklarda), mesanede, bel bölgesinde ve makat etrafında ağrı
Prostat iltihabı 4 kategoriye ayrılmaktadır:
- Akut bakteriyel prostatit: Prostat bezinin akut olarak (hızlı başlangıçlı) iltihaplanmasıdır.
- Kronik bakteriyel prostatit: Prostat bezinin kronik (süreğen, müzmin) iltihabı, yineleyen prostat bezi iltihabıdır.
- Kronik pelvik ağrı sendromu (KPAS): 3 aydan uzun süren, üreme sistemi ve idrar yollarını etkileyen ağrı ile beraber idrar yapmada ve cinsel fonksiyonlarda şikâyetler görülen sendromdur.
- Semptomsuz iltihaplı prostatit: Herhangi bir belirtinin görülmediği, fakat yapılan testler sonucunda iltihap bulgularına rastlanılan prostat iltihabı türüdür.
- Published in Genel